29 Ekim 2010 Cuma

Naylon Aşk

Kendimi kaybettiğim andır şu an..Gözlerim düşüyor yüzümden....Ölümümü aşeriyorum şu sıralar..Ellerine bıraktığım ne kadar düş varsa düşürdün..Kırığım...Naylon bir aşkı eritmekten geliyorum....Tanrı'nın bile inandığı koca bir yalandın sen...Hiç oldun sonra...Acının dilini koparmanı ve aşka konuşmayı öğretmeni istemiştim......Ruhuna fatiha okumadığın ve mekanını cennete ulaştıramadığın bir aşk bu....Ölü aşıklar kentine gidiyor ayaklarım ve cesetlerini saklıyor saklama kaplarında...Ben tüm anlamlarımı alfabe hırsızı bir adama çaldırdım.En aşık yanımıda aldı üstelik...Acılardan peydahladığım tüm çocuklarımı siyanür tadında sütlerle emzirdim..Şimdi tam içimde, kurumuş kırmızılığın orta yerinde, ağlak,kirli,paspal bir yaşlı kadın oturur...Sunduğu aşk bir kelebeğin ömründen daha kısa olan bir adam(cık) sevdim....Ellerim kendini kaybetmiş bir esrarkeş gibi durmadan seni yazıyor....İçimin parantezleri senle açılıp sensiz kapanıyor...Ünlem, noktasını soru işaretinin altında, uygunsuz basıyor, katil oluyor...Noktasız bir kazık kalıyor...Kalın harflerle yaşanan tüm aşklar harfsiz biter..Gittin...Ela' ya benziyordu gidişin...Sure sure büyüttüğüm bir aşktı katlettiğin...Aşkın en alkolik haliydim...Karıncayı gözünden, kelebeği kanadından öldürüp gittin...Başından vurma diye başlıksız şiirlerim....AŞK ' ın dini yoktur peygamberide....Ve terkedilen aşıklar yazmıştır kitabını....Vayyy.... Adam nasıl gittin...Nefesimin bile soluğunu kesti gidişin...

16 Ekim 2010 Cumartesi

Kırık Tırnak,Yarım Oje,Sen,Ben

.......Kırık tırnağımın üstünde kalan ,yarım ojeler kadar manasız,üzerime yapışıp kalmış sevdan,çıkıp gitsen,dökülsen ya yüreğimden,ellerimden sende.........Türevsiz yalın çığlıklar atıyorum,tarifsiz kramplar yaşıyorum,köpekler gibi ağlıyorum belkide çoğu zaman,ama gidiyorum,gitmem gerek biliyorum,susuyorum,özlüyorum,gidiyorum... Sen Allahına emanet ol,ben yüreğime,sen kal orda öylece... Benim yolum açık olsun...
F and D 'nin F'si

6 Ekim 2010 Çarşamba

Google aramaları

Feedjit Live'dan aldığım istatiklere göre bloga google aramaları sonucundan gelen ziyaretçilerin aradıkları kelimeler :)
Dönerli sandalye
Uzaklığı özleyen bir martı gibi kaçtın
Çaydanlıktaki sarı leke
pişpirik
Köy kahve sandalyesi
Martı gibi
Yaşar
Kabataş iskelesinin
Pişpirik kaçta biter
Aşk mı ben tanımıyorum
İlerki zamanlarda bakalım neler çıkacak :)

14 Eylül 2010 Salı

Ruhum çocuk...

Düşünceleri bu kadar olgunken, ruhu nasıl çocuk kalırmış insanın, böyle dedi bana,söyleyecek bir cevap bulamadım, zamanım yoktu anlatmaya.. Anlatmak zaman kaybı demekti benim için güldüm geçtim ,bilmesin ne farkeder,tanımak isterse bir bakışta çözer insan insanı...


Ne güzel bir gün değilmi,gece geç saatlerde uyumuş olmama rağmen uzun zamandır bu kadar dinç uyanmamıştım sanırım, burayı çok ihmal ettiğimin farkındayım ama, şu aralar böyle tuhaf telaşlar içindeyim yine her zaman olduğu gibi. Kendi kendime verdiğim savaşımda yenilmemek adına ,mutlu kalmak adına,sürekli bir koşturmaca içindeyim, ha hep dışarıda değilim :) 67 metrekarelik evimde koşturmak için gayet müsait, kalabalık olunca şenliklide oluyor :) K'lar,zürafalar ,filler filan:)

Neyse şöyle kısa bir özet geçeyim, uzun zamandır Nisya ile bir organizasyonda bir araya gelme planımız sonunda gerçekleşti, her ne kadar planımıza sadık kalıp çantalardaki abur cuburlar eşliğinde termostan şarap içemesekde, muhteşem bir gece geçirdik,İstanbul sokaklarında.
4 Eylül gecesinde akşam 21:00 'den sabahın ilk ışıklarına kadar SultanAhmet meydanından Ortaköy sahiline yürüdük,ayaklarımız su topladı,koştuk,fotoğraf çektik,yeni dostluklar kurduk,Tophanede koyu birer kahve içtik,Vefa'da yıllar sonra bozayla yeniden tanıştık...Tarih kokulu sokaklarda adım adım birbirimizi tanıdık ve kendi tarihimize unutulmaz bir anı armağan ettik. Evet güzel bir anımız oldu,tekerrürü zor olanından...
Bu zamana kadar kendi çapımda yaptığım her seyahatin,katıldığım her organizasyonunda amacı benim hayatımdaki anlamı budur,kendime anılar armağan etmek,değerli hayatıma gözlerimin kapandığı son güne kadar gülümsenecek anlar yaşatmak.
Eh birde bayram var tabi,bu yıl ailemle geçirmedim bayramımı,yeni edindiğim dostlarımla İstanbulu soludum... Şeker tadında bir bayram oldu,buruk geçsede...Uzun zamandır motorsikletle uzun yol yapmamıştım,ilk gün Ağvada yenilen güzel bir balık,ertesi gün arkadaşlarla süper bir kahvaltı ve bowling keyfi,gece yarılarına kadar süren sohbetler,acemilerle oynanan tabu anları :) şeker tadındaydı yani herşey...
Tabi tatil bitti,ve sonunda masamda yerimi aldım,cümlelerimi içimden okuyorum yine gürültüden,günlerime özet görselleri bir diğer postta paylaşacağım...
Şimdilik kendimi ve sizleri Demis Roussos'un o muhteşem sesiyle başbaşa bırakıyorum:) (Kendimi bir an Sezen cumhur Önal gibi hissettim )

Sevgiyle kalın...
F and D'nin F'si

1 Eylül 2010 Çarşamba

Ah bir bilsen içimdeki sıkıntımı...
Ve içimdeki sıkıntımın ,bir tek senden yana olmadığını...
F and D'nin F'si...

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Güle güle...









Öperek uyandırdım bu sabah ayrılığı,
Fırından yeni çıkan bekleyişler satın aldım.
Kırmızı mavi ekoseli yalnızlığımı serdim masaya,
Manzaraysa ayrılığa sıfır!!
İşte herşey hazır...
Yalnızlığımla iki lafın belini kırdık,
Yokluğunda bir kuş sütü eksik,
Yalnızlığım ve ben seni çok bekledik...
Cemal Süreyya


20 Ağustos 2010 Cuma

Nisyaaaaaaaaaaaaaaaa!!!!!

Sana ulaşmak neden bu kadar imkansız?

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Bittik haberin olsun...

Ben susayım,sen sus,bir anlığınada olsa dünya dursun ve yas tutsun,sen ki vücuduma giren her sancının tek sebebi,sen ki ağlamayı unutan gözlerime hayat veren,suya kavuşturan Ferhat,sen ki sana yanıp tutuşuyorum dediğinde bile ,gözü Yusufun Züleyhasına kayan Mecnun. Sen ki hayatımda tanıdığım en bencil adam,bittik Aşk haberin olsun...
F and D'nin F'si...
Bari siz sevgiyle kalın :)

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Ama Senin....




Daha nen olayım isterdin,
Onursuzunum senin...
Cemal Süreyya

6 Ağustos 2010 Cuma

Pişpirik öğrenmektense....



Beklenen anın sabahı, an itibariyle ben iş yerindeki gürültüden kulaklarımı tıkamış ama aynı zamandada bas bas Seyhan oskay nağmeleri eşliğinde debelenirken,büyük ihtimal babam evimde ,köşe bucak evdeki tüm deliklere sakladığım özel eşyalarımı arama aşamasına geçmiştir. Sabah tertemiz bıraktığım mutfak tezgahının,bulaşıklarla dolmuş olma ihtimali,demlenmiş ama yarısı içilmemiş çayın,çaydanlıkta sarı lekeler bırakma çabaları, açık klozet kapağı,tv yerine kullandığım pcyi açamayıp,sinirlenip küfürü bastığı anlarda muhtemelen gerçekleşmek üzeredir.



Yarı uykusuz ,kavgalı ve nedense yine ben hatalı geçirdiğimiz tek bir gece sonucunda ,yıllar evvel kendilerine sunduğum tezi,tekrar tekrar tekrar en ivedisinden kendilerine ispatlamış oldum, Ben evde kendi ayak sesimi duymadan,kendi kurallarım olmadan yaşayamıyorum. Toplu yaşama kurallarına uyamıyorum. Yıllar evvel gözde sanatçılarımızdan Yaşar, televole ve türevi bir programa ,yalnız yaşamayı seviyorum,gelen annem babamda olsa bir süre sonra sıkılıyorum ve gitmelerini rica ediyorum diye bir açıklama yapma gereğinde bulunmuş. Sevgili ataerkil toplumum,tüüüü kaaaaakaaaa diyerek alkışlarla boykot etmişler, adamcağızın yalnız yaşama isteğini hor görüp ,vay saygısız,vay utanmaz, vay anasına babasına sevgi saygıda duymuyor,bizde bu adamın korsan cdlerini alıp dinliyoruz,para kazandırıyoruz. Varsan baksan bu evlat zamanında anasına ''Anacım seni günü gelecek saraylarla yaşatıcam,göreceksin bak ''' diye sözde vermemiştir, Emrahın pürüspüt kardeşi Gülcan bile bundan akıllıdır,saygılıdır diye adamın hayatını zehretmişlerdi.


Birlikte yaşayıpda kendi ayak sesimi,kendi sesimi,kararlarımı ,almadan sürekli verdiğim karşılıksız saygının olduğu ,F'nin suskun olduğu dönemler geçti gözümün önünden tüm gece.
Bacak kadar boyuna bakmadan, her zaman arkadaşlarının gözdesi olmuş,bilumum sosyal faaliyetlerde hep en sırada yer almış,burnunu sokmadığı bir cacık kalmamış ben, eve girince külkedisi misali,F' bana bir bardak su getir diyen öküz abinin sağıma soluma tepikler atıp,ertesi gün okula gitmemek için raporlar almak zorunda bıraktığı,o burnumu soktuğum her türlü sosyal faaliyette,bu kendi parmak kaldırmıştır,enayi ya bu ,milletin enayisi ,gitmez olur biter ,tak tuk, '' bak babama söyleme bi daha dayak yersin'' cümlesinin verdiği korkuyla hep yarıda bırakılan hayatımın ,en dandik yönetmen tarafından bile ulan bu film tutmaz deyip kaldırıp kenara attığı bi senaryo gibi ,çöp kutusunda, tepesine izmarit dökülmüş,benim gibi tutmayan çöpe atılan senaryolarla birlikte bilmediğim pişpiriği oynarken ,benim için ne kadar değerliyse, onlar içinde o kadar sıradan ve değersiz olduğunu hissettim.

Birlikte geçireceğimiz tek gecede bile,konuyu dönüp dolaştırıp oğluna getirmesi,yıllardır küs olduğumuz halde, ulan sen küçüksün eşek sıpası, birde avratsın, o senin abin kesin sen hatalısındır cümlesiyle ,benim fillerle zürafaları şahlandırıp (bu filler ve zürafalar sevdiceğim olan heriften yadigar) kendimi komplo teorisindeki Mel Gibson gibi hissetmeme sebebiyet verdi. Değil Amerika sokaklarında sarı taksi sürücüsü olmak,dört teker namına hiç bişey kullanamayan ben( araba kullanmayı babamın hararetli direksiyon öğretmenliği çabaları yüzünden öğrenememişliğim vardır) gecenin bir vakti nasıl etsemde son gaz buralardan gitsem diye kaçış planları aradım. Evet altı üstü bir gece, oğlundan uzak geçiremedik,baba kız olamadık.
Ne var sanki,gelir gelmez oynadığın özledim ulan eşek sıpası oyunlarına devam etseydinde,gecenin bir vakti tepiştirmeseydi fillerimi.
Neyseki şu an sakinim, filler uyuyo, yazıya başlayalı yaklaşık 2 saat oldu, fırsat buldukça yazdığım cümlelerim tükenirken , babamda şu aralar evimin içine sıçmış, ve ihtimalen her ne kadar sabah saçlarımı okşayıp ,barışma eylemlerine tabi tutsada beni, akşam eve geldiğimde okuyayımda bir uykusuz gece daha geçireyim diye, ufak bir not parçası yazmış ve gitmek için yola çıkmak üzeredir.
Notta geçen muhtemel cümleler aklıma geldikçe,hatta yazma ihtimali geldikçe Seyyan Hanımın sesini yükseltip'' Uzaklığı özleyen bir martı gibi kaçtın sevginin sahilinden,gözlerimin ufkundan.. Bir yaz bulutu gibi geldin ve uzaklaştın'' diyen sesi eşliğinde sessiz çığlıklar atıyorum. Nitekim kimse duymuyor...
F and D'nin pişpirik bilmeyen F'si
Sevgiyle kalın....

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Sahipsiz Kedi

Kasmayacağım cümlem aynen tahmin ettiğiniz üzere, uzun zamandır sizleri ihmal ediyorum sizi beleş çaycılar,aman bu aralar başıma neler geldi, evim yandı,arabam bozuldu, sevdiceğimle hararetli tartışmalar yaşadım,yada piyangodan para çıktı ,düştüm yollara dünyayı dolaşıyorum ,sizlere zaman ayıramadım bahaneleriyle başlamayacak.
F and D'nin F'si bu aralar düşünüyor,hayatındaki değişikleri ,yaptığı ve gerçekleştirdiği planları,gerçekleştiremediklerini ve de yarınını...
Ufak bir bunalım dönemi,şarap ve atarax eşliğinde geçen belli bir süreç,yeni bir iş,baba ziyareti,bir iki ufak tatil planı,rezil olan bir hafta sonu kaçamağı falan filan ,çokda meşgul değilim aslında. Sadece düşünme sırasında beynimde tepişen mavi filler ve kırmızı zürafalar (birbirine kuyruk değmeden gezinen tilkilere ne oldu demeyin,benim çıkamadığım tatildeler) eşliğinde,bu hayatı nasıl düzene sokarızın hesabına düştüm.
Bu hafta itibariyle nasıl hesaplandığını hiç çözemediğim ,babamın eşek kadar oldun diye kısaca özetlediği,her yıl ne sebeptense sürekli sorun çıkan,doğum günümü atlatıp,hayatımı normal seyrinde akışa bıraktım.
Evet,eşek kadar oldum. Gün hesabı yapanlar 28, yıl hesabı yapanlar 27 desede,ilk duyduklarında ayyyyy ne güzel hiç göstermiyorsun,biz seni 17 filan sandık deyip olayın çılkını çıkaran hanım teyzeler,hala kimlik gösterilmesi zorunlu mekanlarda arkadaşlarımdan sonra iyice bir sorgulanıp neredeyse gbt'ye bakacak kadar olayı abartan güvenlik görevlileri,çıkma teklifi edip,ulan az uğraşsam annen olurum nidalarımdan sonra ,kusura kalma abla,vallah bizim okuldan sandık be abla seni diyen liseler eşliğinde bir yılı daha defettik hayatımızdan.
Farkettimki bilgisayarıma irili ufaklı(o nasıl oluyorsa) aslen kısalı uzunlu bir sürü yazı not etmişim. Bunun adı üşengeçlikmi,yok değil,umursamazlık mı,sanmamda ne sebeptendir bilinmez,bloga geçmemişim. Ha geçecekmisin dersenizde ,hiç gerek görmüyorum.
Browni üzerine tek mum ve kediyle yapılacak 30 yaş kutlamasına 2 yıl kalmışken,bu hatun çok sinirli bu aralar.Gereksiz çıkışlarla herkesi kıran ben, kedileride sevmem, ama D'yi kıramadım işte, 2 yıl sonra bana cins bir kedi hediye edecekmiş,bilse doğumgünümün hemen ertesi günü kapıda kalacak zavallı püsür.
Zaten ev kalabalık ben, 2 tane K, eh birde arada ziyaretime gelen diğer K'lar,mavi filler ,kırmızı zürafalar , Kediye kim bakacak? !!! Varsa gönüllü şimdiden söylesin. Yazıktır hayvana...
F and D'nin F'si
Sevgiyle kalın...

2 Haziran 2010 Çarşamba

Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin



334 (1918) - Yaz - Kadıköy
Nazım Hikmet Ran


F and D'nin D'si

Boşluk Doldurmaca

Sıkıntı bastı içimi , havalar bir yandan , içinde kaldığım durum bir yandan... Hayatta en sinir olduğum şey belirsizlik iken belirsizliğin içinde kalmış olmak beni çıldırtmaya yetiyor. Ne olacak bilmiyoum , nereye gidecek bilmiyorum. Hoşlanmadığım tavırlar , davranışlar. Sabır diyorum ama nereye kadar o bile belirsiz. Kırılma noktamı ben bile merak ediyorum.
Bu durum yapmayacağım şeyleri yaptırıyor bana , sağı solu karıştırıyorum , özel birşey için değil ama aramak isteyeceklerimi her defasında buluyorum. Bulunca da kurcalamamak olmaz tabi. Boşluklarıu kendim dolduruyorum...
Arada karşılaştırma yapıyorum ister istemez. Durum kötü ve bu benim canımı çok sıkıyor. Sabrediyorum şimdilik ama dedim ya , nereye kadar bilemiyorum. Umursamıyorum da açıkçası. Şimdiye kadar kimseyi umursamadım , bunu mu umursayacağım. Tek derdim belirsizliğin bir an önce çözümlenmesi. Bu davranışların düzelmesi , başka birşey istemiyorum. Umursamıyor olabilirim ama sinek küçüktür ama mide bulandırır derler ya , bendeki etkisi bu. Hele ki diğer şeyleri görmüş olmak , yani diğerlerine davranışının böyle olmadığını bilmek midemi bulandırıyor. Neyse bakalım , sonucu göreceğiz ne oalcak , ne zaman olacak... Bu saçmasa sapan yazıyla meşgul olup bana sinir olan varsa kusura bakmasın. Ben çok sinir oldum , biraz yazıp yükten kurtuldum. Sizde yazın , sizde kurtulun :Pp

Hoşçakalın...


F and D'nin D'si

25 Mayıs 2010 Salı

İnanabiliyormusunuz?

İran’da bir kadın eşinin kendisine iyi davrandığını ve kendisine şiddet uygulamadığı gerekçesi ile mahkemeye giderek şikayetçi oldu. Mahkemede, kadına kocası tarafından şiddet uygulanmasına karar verildi.

Fars haber ajansının verdiği haber göre, Tahran’da aile mahkemesine başvuran 24 yaşındaki kadın dilekçesinde, "Eşim çok iyi huyludur halbuki ben şiddet uygulamasını istiyorum, eğer bunu yapmazsa kendisinden ayrılmak istiyorum" diyerek şikayetçi oldu.

28 yaşındaki eş ise mahkemeye gelerek , "Ben karımı çok seviyorum o yüzden kendisine şiddet uygulamıyorum. Onunla nazik davranıyorum ve şiddet uygulamak için bir neden yoktur" diyerek savunma yaptı.

Kocasının bu tavrından dolayı ayrılmakta ısrar eden kadın, eşini ikna etmeyi başardı. Koca, mahkemeye verdiği taahhütte eşine şiddet uygulayacağını kabul etti.




http://www.hurriyet.com.tr/dunya/14797392.asp

22 Nisan 2010 Perşembe

Ya yakalarsa! :)

Benim disciye gitmem lazimdi ne isim var Istanbulda:) Peki itiraf ediyorum disciden korkuyorum ve ne kadar uzaga kacarsam o kadar guvendeyim:) Mobil internet olayini seven F and D'nin F'si.Dis sagliginiza dikkat edin. Sevgiyle kalin.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Hoş geldin...


Hoş geldin!

Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun...

Hoş geldin!

Ayrılık uzun sürdü.

Özle...dik. Gözledik... Hoş geldin!

Biz bıraktığın gibiyiz.

Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta...

Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin.

Dinleyip diyecek çok.

Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM.....


NAZIM HİKMET


P.S: Hoşgeldin demeyi özledim...

18 Nisan 2010 Pazar

Kesitler
























2. Gün Buluşma Ankara

Bu ne üşengeçlik değilmi,döneli bir hafta oldu ama birkaç satırdan öte birşey yazamadım,yol yorgunluğu ve nerdeyse bir aydır üstümden atamadığım gripin tekerrürü,misafirler derken, internete girsem bile bir türlü bloga girip yazamadım...Birkaç gündürde S. ve Ö çiftinin 16 yıl sonra kavuşacakları bebeklerinin telaşına düştüm...Daha çok S ile ilgilenmekten kendime zaman ayıramadım :) Evet ne güzel değil mi tam 16 yıl sonra bir bebek haberiyle kurulu olan aileleri neşelenecek... Minnacık bir bebek,bir umut ve biten bir hasret... Daha 6 haftalık minik bebeğimize şimdiden isim bulma çalışmaları başladı... Tabi olaya el koydum... Kim bir isim söyleyecek olsa ,tepesinde bitiyorum :D Bu kadar yıl sonra doğan bebeklerde kullanılan o demogojik isimlerden koymayın diye bas bas bağırıyorum.. İlknur,Songül,Umut,Hasret, Özlem :D

Neyse biz gezimize kaldığımız yerden anlatmaya başlayalım... Malum gideceğimiz gezimizde offroad olayıda olduğu ve ben genelde yolculuğa çıkarken ,kendi sakarlığımı bildiğimden dolayı hep yedek kıyafetle çıkarım yola günü birlikte olsa...Trene 1 saatten fazla bir zaman kala ,Kadıköy sahilindeki cafelerden birine yerleşmiş, hem yemeğimi yiyeyim hem vakit öldüreyim diye otururken ,daha yolun başındayken tek kıyafetle ortada kalakaldım... Cafenin etrafına dizili şimşir ağaçlarının arasından zatı muhterem dilenci kardeşlerimizden biri aniden kafasını çıkartında elimdeki kolanın uçuşa geçmesine engel olamadım maalesef.. Kızsammı ağlasam mı birdurumla kala kalakaldım.. Karşıdan Haydarpaşa bana bakıyor, ben dilenci kardeşimize ve kıyafetlerime... Boydan boya sapsarı ve yapış yapış olarak ,üstümü değiştirmek için gar yolunu tuttum haliyle... Kendimi okul kıyafetleriyle ,okuldan kaçıp çantasından kıyafeti çıkarıp,cafe tuvaletinde üstünü değiştiren liseliler gibi hissettim.. Ama yinede gar tuvaletinde hem üstümü değiştirdim hemde utanmadım çamaşır yıkadım :D
Tren saatine 15 dk kala ise, simitçinin bu trende yemekli vagon yok nidalarıyla kendime geldim. Nasıl yani yemekli vago
n yok, bu 10 saat su yok,çay,kahve yok demek... Nasıl yani.... Apar topar büfelerden ihtiyacım olanları alıp trene bindim... Bir yandan hala kendime söyleniyordum.
18:35 te tıngır mıngır başladı yolculuğum... Evet bir gecede t
am 6 şehrin ışıklarını gülümseyecektim...6 şehirde uyuyan,uyanık,üzgün,sevinçli hikayelerin yaşandığı evlerin yanlarından sessizce gececektim...

Saat 04:30 itibariyle Ankara tren garına indim,sigaram,suyum bitmişti. Bekleme salonun bir kenarında 6:00 da açılması beklenen büfe ve bilet gişesinin açılmasını,uyuyan insanlara bakıp esneye esneye geçirdim... Yol boyunca toplasan bir saat gözlerim kapanmıştı,ve benim otobüste ve trende uyuyamama gibi bir sorunum var...
Zaman ilerledi ve ben dönüş biletimide ayarladıktan sonra gün ağarmayada başlayınca ayaklarım beni yavaş yavaş,Sıhhıye Kızılay tarafına sürükledi... 10:30daki buluşma saatine kadar epey zamanım vardı ve acil kahveye ihtiyacım vardı...Bundan sonrasını fotoğraflarla anlatacağım...Buluşma anı,konvoy,miniklerimizin kamp alanına gelişi,sevinçleri,off road oyunları ve miniklerimiz gittikten sonra yapılan ateş başı muhabbeti... Geridönüş yolunu yazmama gerek yok sanırım,o kadar uykusuzluk ve ateş başında muhtemel alınmasını ihmal etmediğim bir iki bira sonucu gözümü direk İstanbulda açtım :) Yoruldum,yorulduk, ama çok çok önemli bir adım attık miniklerimiz için.Tüm yorgunluklara değdi onlarla oynayıp vakit geçirmek...
Sevgiyle kalın... F and D'nin F'si...





13 Nisan 2010 Salı

1.gün (Yol arkadaşım ve Aksilikler Zinciri Tekirdağ- İstanbul)

Hangi cümleyle başlayıp şu son 2 günümün hikayesini anlatabilirim diye düşünürken kendimi efsanevi Heredot Cevdet gibi hissettim,malum kahvedeyiz ve anlatılması gereken bir hikaye var :)
Hadi bakalım öyle ise toplanın etrafıma dolsun çaylar,kahveler başlayalım...
1.gün (Yol arkadaşım ve Aksilikler Zinciri Tekirdağ- İstanbul)
Cuma günü yarı uykusuz,heyecanlı,diş ağrılı bir gece geçirdikten sonra ,cumartesi sabahı sürekli çaldığı halde ertelediğim alarm sesinin, ısrarlarına dayanamayıp 9'da uyandım,apar topar saat 10:00 daki yolculuğumun başladığı ilk trenime yetişmek için evden ayrılırken ilk aksiliğimi yaşamayıda ihmal etmedim tabiki.Küçük sırt çantama kendi kapasitesinden fazla eşya doldurmaya kalktığım için önce fermuarı sonrada bel bağlacı elimde kaldı . Dönüp çanta değiştirecek vaktim olmadığı için yolda ufak bi tadilatla olayı hallettim ve vaktinden önce gara yetiştim. Bilet bilgilerimi teyit ettirirken,yolun geri kalanında kullanacağım tren hakkındada bilgiler aldım,hani burda TCDD gibi devlet bünyesinde çalışan özelleştirilmemiş,ve büyük bir kurumuda eleştirmek gibi olacak ama,yapılacak işlem çok basit. SADECE VE SADECE WEB TASARIMCINIZA,MATBAANIZA VE GİŞE MEMURLARINIZA AYNI TREN SAATİNİ VERMEK,DÜZENLEMELERİNİZDEN HABERDAR ETMEK...Kullanacağım trenin web sitesinde kalkış saati gece 22:55,elimde yeni basılmış saatlerin olduğu rehberde 20:20 ama bilet üzerinde ve gişelerde 18:35... Bileti aldıktan sonra kafam öyle karıştıki,yapılacak tek şeyin mümkün olduğunca erken gidip çaresiz beklemeye başlamak gibi gözüktü gözüme...
Gardaki memurunda yardımlarıyla aslolan saati öğrendimde içim rahat bir şekilde binebildim trene...Binmeden önce gişe görevlisi ile yaptığımız sohbettede epey gözüm korktu başta,Ankara kadar tren hattının elektrikle çalıştığını,Ankaradan sonra normal hatta geçildiğini ,elektrikli sistemin olmadığını sohbetin sonunda söyledi:) Sohbetin başında ise ''Allah sabır versin çekilecek yol değil ,ben en son gittiğimde 20 saat dediler,25 saatte vardıkla'' başladı cümlesineki, ben eyvah ne yaparım,buluşma saatinede yetişemem,bileti diğer ekspreslerle değiştirsemmi ki yoksa vazgeçsemmi,nasılolur nasıl ederimin derdine düşmüştüm bile...Taki görevlinin Tatvandan bahsettiğini anlayana kadar :)
Yaklaşık 3 saatte ,yarı uyuyarak yarı etrafa bakınarak İstanbula vardım,trende birkaç gün önce okumaya başladığım,kendime yol arkadaşı edeceğim Irene Nemirovsky'ın Fransız Süiti adlı kitabıda çantadan çıkmayınca uyumak zorunda olmaktan başka bir şeyde gelmedi açıkcası elimden :)
Böylelikle İstanbul'a iner inmez 18:30daki tren saatime kadar vaktimi nasıl değerlendireceğimde belirlenmiş oldu,Sirkecide kitapcılar dolaşılacak yeni bir yol arkadaşı aranacaktı :) Tabi dahada iyisi oldu,Sirkeci civarındaki kitapcılar kesmeyince bünyeyi,yaptığım kısa Kapalı çarşı turu sırasında ,o sokak senin bu sokak benim gezerken Sahaflar Çarşısının büyülü kapısında buldum kendimi...(Sahafların,2. el kitap satan kitapçıların yeri hep özeldir bende,tabi o başka bir konu...Lafımız uzamasın :) )
Kendime yeni bir yol bir arkadaşı seçtim,seçerkende epey zorlandım açıkcası,başka bir zaman diğer arkadaşlarıda kitaplığıma katmak için ,koca bir günümü Sahaflar Çarşısına ayırmak farz oldu :)
Yol arkadaşım epey yıllanmış,anlatacaklarını dinlemek için tren saatine kadar beklemek zorundaydım.. (Stephen King-Kujo (1982-1. Baskı) Çantamdaki en güzel yere yerleştirdikten sonra,Sirkecide bir arkadaşın çayını içtim,Eminönünde gazetecilere ve turistlere güvercinlerle oynayarak poz veren bir miniğin şirinliklerini seyrettim ve yavaş yavaş Kadıköy vapuruna binmek için iskeleye geçtim...Vapurdada sevgilisinin duyarsızlığına kızan liseli bir kızı teselli etmek,'' Burası çok büyük,çok yürüdük bir daha İstanbula gelmeyelim ablamı ziyarete'' diyen ufak bir kızın serzenişlerine,''gezmekten anladığın sadece alışveriş merkezine gidip,hamburger yemek dimi senin,bu kız nasıl yetişiyor böyle anne'' diyen ablasıyla kafa kafaya verip ani gelişen bir sohbetle yeni jenerasyonu eleştirmek düştü payıma...

Devamı yorgunluğumu tamamen üstümden attığımda :)
F and D'nin F'si....
Sevgiyle Kalın...

4 Nisan 2010 Pazar

Eyvah Babam!!

Malumunuz son yasadan sonra cafe,restorant ,lokanta ,kahve bilumum tüm kapalı mekanlarda sigara yasağı var ama alıştık. Yasağın olmadığı tek alan bizim kahveydi,kendi alanım kendi evim,ah sınırsız özgürlüğümü yaşadığım 65 metrekarelik bu daracık alandıki 2 gündür burdada yasak var. Dün sabah itibariyle babam ziyaretime geldi ben 1 gün kalır gider filan diye hesap ederken bizimkisi kalmaya niyetli anlaşılan... Eee gitde denmiyorki... 2 gündür evin içinde köşe kapmaca oynuyoruz sigara içebilmek için. Zaten 1+1 ev nereye gitsem ensemde,balkona çıkayım diyorum tüm odalardan gözüküyor,tamam şimdi uyudu diyorum salona kaçıyorum ardımdan geliyor,odaya giriyorum peşimde. Apartmanda kapıcı var çöpleri o topluyor ama ben günde 5 kez çöp atmaya gidiyorum... Ah krizlerdeyim :) Manalık bıraksammı ki diye düşünmeye başladım ama bırakmakta istemiyorumki...
Tek yönden iyi oldu bu ziyaret istesemde istemesemde kendimi toparladım ve erken çıktım bunalım hallerimden... Hafta içi yapmayı düşündüğüm planı olur ya aksilik çıkar zamanında dönemem diye erteledim. Şu an önceliğim babamı göndermek :)
10-11 Nisanda Ankara Güvenç Köyünde İlgi derneği ve Gezenbilircilerin Otistik çocuklar için ortak olarak yürüttükleri bir sosyal sorumluluk projesi var. Eğer babam hafta içi gitmiş olursa tren bileti ayarlayıp bende gidip destek vermek istiyorum. Şu aralar fazla boş ve boşlukta kaldım. Bir an önce bir yerlerden başlasam iyi olacak...

Tüm pazarı evde köşe bucak kaçarak ve temizlikle geçirmiş F and D :)
Sevgiyle kalın...

http://www.ilgider.org/

http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=53161.0;topicseen

2 Nisan 2010 Cuma

Eksik Harfim


Soldan sağa ; 5 harf yada 6 harfli,bir kelime yada cümle,bir dize yada kıta, belki paragraf... Eylemin gitmek yada kalmaksa, bu bulmacanın sonunda büyük ödül, bir boşluk...
Kim şimdi giden ,kalan hangimiziz?Boşluk bu şehrin hangi ucunda? Soldan sağa ; Hayati organlarımızdan biri,4 harf.
Cevap : Boşluk
- Olurmu 4 harf diyor ,hem hayati bir organmış.
-Sızı o zaman... Çünkü tüm organlarımı besliyor,bak az önce gözlerimi ağlattı,ondan öncede ellerim titredi anılarımı toplarken... Dün kalbimin olduğu yerde,şimdi ki o koca boşluğun tam üstünde. Sızı o zaman...
Tüm sorularını çözemiyorum bulmacamın,harflerim eksik kalıyor. Dilime vuranları kalemim toplamazsa,eksik harflerimi aramaya çıkmazsam ve hep cevaplanması gereken yeni sorular türetmezse,tökezlesemde,düşsemde yeniden ayaklanmak için emeklemezsem,soldan sağa birinci soruda geçer sanırım ömrüm..
Sen benim eksik harfimdin.Bulmacamın tam orta yeriydin.Şimdiki boşluğun ortasındaki sızının yerindeydin.Sen gittin,ben gittim...Biz gittik,biz bittik... Sızı kaldı... Hemde boşluğun tam ortasında...
Yap boz değildiki bu,bir parça kaybolunca hükmü kalmasın.Bulmacaydı. Her sorunun bir cevabı vardı ve eksik harflerimizi birlikte bulacaktık,oyunun kuralı buydu.
Rakip değildik ,aynı takımın oyuncularıydık,ama sen bize faul yaptın... Ben düştüm dizlerimi kanattım,ağlamadım çünkü serde aşk vardı...Dizlerimdeki yaralara hep yenileri eklendi,lanet olsun kendi hayatımın hakemi bendim ve sen kırmızı kartlıktın. Ama serde aşk vardı...
Şike vardı bu oyunda,herkes gördü,ama gel görki hakem aşk gözlükleriyle çıkmıştı işte sahaya,taraf tutuyordu. 90 dakikalık değildik ki,şimdiki boşluğun ortasındaki sızımın olduğu yerde,o ritmik atışlar olduğu sürece sürerdi bu oyun.
Bulmacaydı altı üstü, bir oyundu işte.Aynı hayat gibi.. Ne yazık,sen gittin bulmacam çözümsüz, alfabem 28 kaldı..

Yağmurun elleri

Bugün yıllar önce yitirdiğim ama benden hiç gitmeyen,yıllar önce ondan gittiğim ama beni hep yanında bilen eski bir dostla konuştuk bir kaç satır...Birbirimize yazdığımız sayfalarca mektuplardan,yapılan fedakarlıklardan,dinlenen şarkılardan,özlemden,biraz keşkelerden bahsettik üstü kapalı... Biliyorduk daha derinlere inersek,ikimizinde canı yanacak...Bir keşke daha bırakacak dudağımıza sohbet... Yeni Türkünün bir şarkısı var hepiniz bilirsiniz '' Yağmurun Elleri''... Bana söylerdi yıllar önce... Kızının adını Yağmur koymuş. ''Adına neden Yağmur koyduğumu bilecek tek insan sensin'' dedi,''yıllar sonra karşıma çıkınca hiç ayrılmamışcasına konuşacağım tek insanda sensin ''dedi... Öyle bir geçmiş hüznü sardıki üstümü... Zaten günlerdir bocalıyorum,boşluklarımla,yok saymalarımla,bir an üzülüp sonra amaannnn boşver diye kendimi kandırmaktayım...Daha öncede bir çok eski arkadaşımla malum sitede görüştüm ama,çoğuyla konuşacak tek satır bulamadım çoğu zaman.Herkesin yaşayışı,yaşadıkları,üzüntüleri sevinçleri farklı paylaşılacak hiçbirşey kalmamış zamanında yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyenlerle...Ama kanka ah sen öylemisin...Keşke bulmasaydım seni. Yine ayrılık gelecek biliyorum,yine uzak düşeceğiz birbirimizden. Hep öyle oluyor çünkü,zamanlar mekanlar insanlar (ve çoğu zaman ben)hep uzak ediyor bizi...Beni bilirsin gitmem lazım dediğimde giderim...Ve her gittiğimde olduğu gibi seni ardımda bırakırım yine... Ve korkarım gitmelerim geldi yine.. Korkum seni kırmak değil,her geldiğimde sararsın beni bilirim,korkum Yağmurun ellerini hiç görememek...Canım yanıyo kanka,her zerrem ayrı bir hesap peşine düşmüş,yorgunluk değil üstümdeki ama her zerrem ayrı sızlıyor...Sen yoktun,ben aşık oldum,sen yoktun ben aşk oldum...Herşeyim,herkesim dedim,canım bitanem değil hep aşk diye seslendim...Aşk olduk,aşık olduk,adımıza aşk koyduk...Ah deli tarafım tuttu kanka,yollara düştüm,haykırdım,koştum,sevdim,güldüm,ağladım,sustum,kıskandım,kabullendim,aynı gün hem ölümü hem mucizeyi tattım... Sonra kaybettim kanka...Bu deli kız yıllar sonra kırdı kalbinin zincirini ama yine beceremedi.Ahh durasım yok bu lanet şehirde,ama gidemiyorumda gidesim geldi...Yıllar sonra biri daha satırlar götüyor benden kanka,kelimelerimi tüketiyor.Eskiden yazdıklarımın hepsi ne kadar masumdu,şimdi edebi küfürler yazıyorum...Bazen yazdıklarımı ben bile anlamıyorum...Zihnimin bana oynadığı oyunda mağlup oluyorum.


Gözlerin,deniz gökyüzü kaybolmadım daha üçünüzün arasında. Gidemedik buralardan ardımızdakini düşünmeden. Daha olta tutmayı bilmiyorum..Öğretmedin.. Ben sensiz sularda nasıl balık tutarım. Gitme aşk,daha yarımız ,hala kırığız hayata... 19.02.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


Bulutların arkasına saklanan gökkuşağının açmasını sağlamıştın,şimdi yeniden korkmasını sağladın. Geri dönüyorum bulutlarıma. Açmayacağım bir daha. 24.02.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


Hiç özlemedik... Hiç sevmedik... Hiç yaşanmadık biz. Tanımıyoruz birbirimizi. Sen yoksun... Bir yerlerde varsın belki ama ben tanımıyorum seni. Hayalsin...Tamamen beynimde yarattım seni. Beynimde yaşadım tüm bunları. Şimdi seni,bu hayali yoketmeye çalışıyorum. Yoksun sen diyorum. Ondan geriye sayıyorum,gitmiyorsun,yoksun sen... Yok... Tanımıyorum seni... Hiç olmadın sen... Yaşamadık biz,sevmedik,gülmedik....14.03.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


1 yıl geçmiş üzerinden bu satırları yazalı, ne garip ufak 20 günlük bir ayrılığın sonunda dökülmüş bu satırlar...Oysa şimdi tamamen bitmiş bir aşk var elimde... Ağlamıyorum,gülmüyorum,konuşmuyorum... Bağışıklık kazanmakmı bu... Yoksa uğruna kelimeler döküp,onsuz olan yeni anılar vermemek için kendime,beynimle,bedenimle,gözlerimle,kalbimle savaşa giren ruhumun stratejisimi...Ah nasıl kazanacaksın ruhum sen bu savaşı... Gözlerin ağla diyor,kalbin sızlamak istiyor,beyninin her kıvrımı isyanda aklını oynatıyor... Sense inadına hiçbirşey yokmuş gibi davranıyorsun...Birşey yokmu gerçekten,bir kalanın,bir gidenin varya...Gitmeyi bile paylaşamadınız ya.


Sende farkettin mi?Biz aslında hiç biz olmamışız,iki kişilik yalnızlığımıza 1. çoğul şahıs görüntüsü yüklemiş,tekil hayatımızın rolünü sürdürmüşüz.Biz iki tekil birleşip,bir biz edememişiz.Yarı zamanlı bir aşkmıştı yaşanan,Yarı zamanlı yokluklarda özlemekmişti.Seni değil bizi çoğu zaman...Ben hep özledim sende farkettin mi?Peki sen ne zaman vazgeçtin özlemekten,ben bizim için bize sahip çıkmaya çalışırken, sen özlemekten ne zaman vazgeçtin. Ne zaman bıraktın beni özlemeyi ?Sevmek başka bir şey anlıyormusun,alışınca insan cebine koyduğunu taş parçasını bile severmiş,olmayınca eksikliğini hissedermiş, cebinde benim gibi kaç taş vardı?Hangi yol kenarına attın beni ve ne zaman vazgeçtin sevmekten? Alışkanlığınmıydım , aşkın mı?Ne zaman vazgeçtin benden ? Hissetmedin mi eksikliğimi(zi)? 03.02.2010


Yollara düşmeliyim ben,bilmediğim bir şehirde karşılamalıyım sabahı,üstümde taşısamda her gittiğim yere gitmeliyim burdan. Uzaklaşmalıyım.Ah kanka yok saydıklarımı hatırlattın,içimi yaktın... Ah baba nerden çıktı bu ziyaret elimi kolumu bağladın. Ah AŞK sen acısıyla tatlısıyla ilk günden bugüne bana yaşadığımı hatırlattın...

http://izlea.com/338992#


31 Mart 2010 Çarşamba

Göl Manzara




Gülümse...




Sevgiyle kalın... Gülümseyin.. Gülümsetin...

30 Mart 2010 Salı

Ruhumu esir verdim hüzünlere...

Öyle canım sıkkındı,hemde saçma sapan olaylar dizisi yüzünden... Oysa bugün böyle olmamalıydı. Oysa bugün güneş ne güzeldi,ve ben nasılda güzel uyanmıştım sabah umutlu bir güne.. Tek sıkıntım su işi için devlet dairesine gitmek olmalıydı bugün...
Bugün öğleden sonra gidip hallettim ,bir sabahı uyandığım anı güzeldi çünkü günün,çıkmak istemedim sabah evden...
Dün gece cep telefonuma operatörümden anlamsız bir mesaj geldi...İnteraktif şifreniz 5 kez ardarda yalnış girildiği için bloke olmuştur. Bilmem kaç bilmem kaça mesaj gönderip yeni şifre talep ederek blokenizi kaldırım...
İyide ben internette değilim,kim nasıl,neden,niçin benim şifremi girmeye çalışır vede bloke eder.. Aklıma tek bir kişi geldi tabi,hemen telefona sarılıp aradım açmadı... Sabah daha uyanıp kahvemi yeni içmişken,nasıl umutlu,nasıl mutluyken mesaj attı neden aradığıma dair. Biraz zaman geçtikten sonra o telefonuy açıp Alo der demez gelen mesajı okudum. Şaşırdı ,anlamını sordum,ben değilim dedi.. Yeminler etti,umrundada değilmiş zaten,neden böyle birşey yapsınkiymişki... Ah Allahım o kadar metalikti ki sesi. Bunu nasıl başarıyor anlam veremiyorum. Düşünüyorum,düşünüyorum ondan başkasıda gelmiyorki aklıma,zaten numaramı bilen sayılı insan var,hangisi neden benim interaktif şifremle hesabıma girmek istesinki. Ulan seninle ayrılma bahanemiz bu şifre değilmiydi.Senden başka kim neden o lanet hesaba girmek istesin ki. Kafam karıştı,sesini duydum tuhaf oldum. Sesim titremesin diye kendimi zorlarken,özlemimi anlamasın diye uğraşırken suçladım onu.İnanmıyorum dedim. Diğer hesaplarımın şifrelerini bile değiştirmişimdir belki ama o hiç denememiş bile,umrundada değilmiş zaten,neden bakacakmış ki benim hesaplarıma,kimmişim ben. Bir sürü bahane saydı,tek bir noktayı atlıyorsun dedim. Ne diye sordu cevap veremedim. Boşver önemli değil kendine iyi bak dedim kapattım... Söyleyemedim biz Aşktık ve sevmiştik diye...Söyleyemedim sevmiştim atladığın lanet nokta bu diye...
Offf neyse,daha fazla günümü bu mevzuyla heder etmeyeceğim. Su işi halloldu ya bugünlük problem yok,Gerçi yaklaşık 3 saatime maloldu sadece bir sicil numarası ama bir sürü aksilikler zinciri ile beraber. Bu arada hafta sonu babam geliyormuş,daha birkaç hafta önce vazgeçirmiştim ama kafayı taktı sanırım.Fazla kalacağını sanmıyorum yatacak yerim yok zaten :) Ama gelmesi bile gerilmeme yetiyor. Bu niye öyle,öteki niye böyle. Telefon çalsa,kimdi arayan,kimle mesajlaşıyorsun :D Geriliyorum adamın yanında ya,birde alıştım kendi ayak sesime evde başka birileri oldumu rahat edemiyorum. Hem nede olsa çok mücadele ettim o ayak sesine kavuşmak için :D birileri geldimi sanki bu hakkıma tecavüz ediyor gibi geliyor,ulan birşey değil kurtaranda olmuyor :D
Gidip biraz yürüyeceğim,belki göle giderim.Harika bir güneş var,güzel birkaç kare yakalayabilirim...

müzik - yonca lodi-emanet | izlesene.com


Sevgiyle kalın....

Döner Sandalye

Resmi dairelerden nefret ettiğimi söylemiştim değil mi? Nefret ettiğim kadarda varlar ama.Hani tamam istediğim meslekte çalışmıyorum hatta şuan çalışmıyorum bile,ne yaptığımı sormayın bile kendimi arıyorum... Bu yaştan sonra bulsam tutup alnından öpücem kendimin ama... Tüm gün boyunca binlerce kez aynı cümleyi kurdum aklımda,iyiki masa başı bir işte çalışmıyorum. Bana göre olmadığını anlayalı seneler oldu ama ,her devlet dairesine girdiğimde terler dökmemin sebebide bu sanırım. Çalışanlara bahane bulmuyorum,hani sinirlidirler,aksilikleri üstündedir,insanlarla uğraşmaktan bıkmışlardır vs.vs beni asıl boğan küçücük bir sandalyede sabah 8 akşam 5 çalışmak sanırım.Ya klimalar çalışmazsa,ya yan masadaki arkadaşın haftada bir yıkanan biriyse,şefin çekilmez evde kuramadığı otoriteyi iş yerinde rütbesine dayanarak kuruyorsa :S ıyyyyyyy... Belki şu bilgisayar başında kullandığımız dönen sandalyeler sorunumu çözebilirdi :D yan masadaki arkadaşımımı sevmedim döndür sandalyeyi :D canınmı sıkıldıııııı haha deli derlerdi sanırım oturduğu sandalyeye salıncak muamelesi yapan bir kurum çalışanına :D hani çocukken yapardık ya biz yada arkadaşımız salıncağa oturur zinciri döndürebildiğimiz kadar döndürüp serbest bırakırdık woooowww :D gerçi her yapışım sonunda sağımda solumda sayamayacağım kadar çok dikiş sahibi oldum ama ... Bunu sıkıcı bir devlet kurumunda uygulamak hoş olabilirdi. Sonrasında geçer kenara insanların deli bakışlarını izler keyiflenirdim :D Gerçi bendeki şanssızlıkla yine ya birkaç dikiş sahibi olurdum yada ufak bir uçuşla sevmediğim birinin kucağında bulurdum kendimi ya...
Ayyy neyse,nerden nereye geldi konu... Sabahın köründe kalkıp önce bankaya sonra abonelik evraklarını alıp belediyeye gittim. Evin tapusu lazımmış,aklımdaydı nasıl atladım onuda bilmiyorum ya.Ev sahibimemi arayıp tapuyu fakslaması için numara verdim,ama ofisi dışında olduğu için birkaç saat sonra yollayabileceğini ,beni arayacağını söyledi . Devamını söylememe gerek var mı hala aramasını bekliyorum... Anlayacağınız sevmediğim mekana yarın ufak bir yolculuk daha yapacağım.Oysa yarın için planlarım vardı,birşey değil bugünümüde yedi... Offf off...
Bu arada biraz merak edin aklımdan geçenleri,birkaç güne kalmaz öğreneceksiniz :D Yok yok ısrar etmeyin tüyoda vermeyeceğim... Karşınızda bir bela mıktanısı,öğretmenlerin şanssız sözcüğünü cümle içinde kullanırken örnek verebileceği biri var :) Söyleyipde yapamazsam ağlarım sonra :D
29.03.2010


Sevgiyle kalın....

Ps:Birisi bana bu blog saatini ve gününü nasıl düzenleyeceğimi söyleyebilir mi :D

29 Mart 2010 Pazartesi

Bugün kapatmıyorum kahveyi... Bakın saat kaç olmuş (00:14)gece yarısını gösteriyor yine,dengemin bozulması saatlerin 1 saat geri alınmasından değil biliyorum,amacım 3-5 kuruş fazla kazanmakta değil kahveyi açık tutup :) güldüğümede bakmayın,atamadım garipliğimi üstümden...
Bugün sabaha kadar açığız belli,hem de günün başından... Ocak orda,mekan sizin canınız ne isterse doldurun için,masa altı alkolde serbest bu gece...Bana ilişmeyin...
Neyim var bilmiyorum,düşüncelerimi toparlayamıyorum,dağınıklığımı toparlayamadığım gibi... Heryer heryerde evde,kıyafetler sağa sola saçılmış,bulaşıklar tezgahta...Sabah ki havaya tezat yağmur yağıyor üstelik,camlarda mahvolacak pufff... (pek bir ev hanımı gördüm kendimi :S )
Ah annemmm ,olacaktı ki ben kaçarken arkamdan uçan terliğin sesiyle ,hızlı hızlı nefes alıp verirken çıkardığım hırıltılar birbirine karışacaktı ,o söylenirken bu mutfağın hali ne diye...
Hayır altı üstü 45 kiloluk bir hatun,altı üstü tek kişi nasıl beceriyorum o kadar bulaşık çıkarmayı onuda çözemiyorum ya...Bilgisayar başından kalkıp gidip toparlasam iyi olacak,belki sonra bir kahve yapar katılırım sohbetinize...Yarın erkenden kalkmam gerekiyor,nefret ediyorum resmi dairelerden ama eğer yarın gidip halletmezsem aboneliğimi sanırım bulaşıklarımı yıkayacak suyuda satın almak zorunda kalacağım :) Bu arada bu hafta içi için bir çılgınlığa karar verdim ama ne olduğunu söylemeyeceğim:) Günü geldiğinde görürsünüz... Hadi bakalım ben kaçtım siz rahatınıza bakın .... Sevgiyle kalın....

28 Mart 2010 Pazar

Hem grip hem garibim...

Yaklaşık 1 haftadır evden çıkmadım,bir elimde kağıt peçete kucağımda laptop, tekrar tekrar izlediğim filmlerin en gözden kaçan ayrıntılarına dikkat edecek şekilde pinekliyorum...
Offf bugün pazar ve harika bir hava var... Ama değil evden çıkacak ,üstümdeki battaniyeyi kaldırıp kenara koyacak halim yok... Bu bitik halime katlanamıyorum.. Bütün kışı zinde en ufak bir rahatsızlık geçirmeden geçiren ben,nasıl oluyorda bu gel git havalara yenik düşüyorum.. Şimdiye çoktan iyileşmem lazımdı...Sevmiyorum bu halimi.. Gribim :( ve bir garibim vesselam...

Düzeltesim gelmedi....

Gecenin bir vakti üç beş satır yazıp bloga giriş yapayım dedim :) Sonradan okuduğumda o kadar çok yalnış kelime, noktalama işareti eksikliği,anlatım bozukluğu gördüm ki düzeltesim gelmedi..
Her zaman böyle değilim ama... Hayatta bazı şeyleri düzeltmek gerekiyor geriye bakıp üzülmeden önce... Bazende olduğu gibi bırakmak...Geriye dönüp baktığında hatalarının sana ne yapıp,ne yapmaman gerektiğini göstermesi için... Varsın cümlelerim devrik olsun... Eh buda böyle olsun....

26 Mart 2010 Cuma

YAZAR MISIN(IZ)? YAZAMAZ MISIN(IZ)?




Klasik bir cumartesi sabahı yataktan kalkmış otoban manzaralı evimin balkonunda kahvem eşliğinde sigaramı tüttürüyorum ,üzerimde bir ağırlık ,önümde plansız programsız koca bir hafta sonu. Aman Allah'ım saat daha 7:30 yatağıma dönüp sıcacık uyusam,öğlen saatlerinde kalksam ve aynı sahneyi tekrarlasam ,akşama bir iki dvd günü geçirsem ya . Olur mu illa kaşınıcam.''Kalk kızım kalk.Hava güzel,cebinde üç beş kuruş paran ,al sırt çantanı atla trene.
Biraz İstanbul ol,biraz İstanbul sen olsun. Hem trendede uyursun ''(kendime gaz vermekte üstüme yok bu aralar)
Birkaç telefon görüşmesi,ufaktan hazırlık.
Velhasıl yollardayım tarih 20 Mart.Yanımda yol arkadaşım, biraz sohbet ,biraz uyukluyarak geçiyoruz duraklardan tek tek.Her durakta bir nerdeyiz acaba telaşı,tabela okumaya çalışmalar,teknoloji mucizesi telefonlardan hücre bilgisiyle yön bulma sevinçleri.Aklımda akşama arkadaşlarla İstiklalde içeceğimiz buz gibi biraların hayaliyle alıyoruz soluğu Sirkecide...
Sirkeci Tren garını seviyorum,hani öyle böyle sevmek değil yalnız benimkisi, basbaya hayranım. Eski Türk filmlerinde Haydarpaşanın ihtişamı gösterilir ya hep, her trenden inen şöyle bir merdivenlere ve heybetli duvarlara bakar ya, benim Sirkeciye hayranlığımda böyle. Çocukluktan belkide, izlediğim çok eski bir filmde Avrupaya seyahat eden bir grup gencin trene Sirkeciden bindiğini görmüştüm. O zamanlar aklıma koymuştum ya bir gün o Avrupa trenine bineceğim diye, hooşş o gün bugün hala gerçekleşmedi ya bu hayal. Ne yakın ne uzak...Biraz bürokrasiye takıldı birazda baba faktörüne...
30'uma gelmeden yapabilirsem en azından umutsuz vaka olmaktan çıkacağım:)
Sirkeci tren garından sevdiğim şeylerden biriside kilitli dolaplar(unlocker). Ne güzel rahatlık :) Sırtında ne kadar yükün olursa olsun kilitle dijital ayarlı dolaplara ve sonra ak akabildiğin kadar İstanbul'a :)Eh sözde tüm hafta sonu için plan yaptım ya,akşam İstiklal,sabah Belgradda off road hayalleri. Yanımda epeyde yük var.Neyse yüklerimizi unlockerlara emanet edip çıkıyoruz.Aklımızdaki soru : Sultanahmet'e köfte yemeğemi yoksa Kabataş'a mı :) Bizimkisi daha önceki İstanbul ziyaretlerinden birinde Kabataş İskelesinin yanındaki küçük köftecide köfte yemiş. Nasıl ballandıra ballandıra anlatmalar,günlerce düşmedi dilinden,ayağının altında deniz var zehir yese bal gelecek ama :)Yazı tura atıp sorumuzu çözdük gidip aç karınlarımızı doyurduk Kabataşta.Sonra ufaktan bir Eminönü turu,biraz çay,biraz fotoğraf derken vakit aldı başını yürüdü ayrılık saati geldi. Yol arkadaşımla ayırdık yollarımızı.Vakit geçsin diye dolaşmaya başladım,sözde planlarda arkadaşlarımla akşam 7 civarı buluşacağız Şişliye gececeğim :) Haa böyle anlatıyorumda sora sora Bağdat bulunur :D Fazlada bilmem İstanbul'u :D Arayıp bir teyit alayım ona göre geçerim diye söylenirken ilk etapta ulaşamadım,daha sonra onlar bana ulaştı ve işte herşeyin ters döndüğü an oydu. Planımızın belli olması ve benim geldiğimi bildikleri halde şehir dışına bir iş için gitmişler ve arayıp haber verme zahmetinde bulunmamışlar. Eğer geçtiğimiz günlerde sırtında sırt çantası elindeki poşete bakıp sinir krizi geçiren birini gördüyseniz Eminönünde bilinki o benim.Hiç aklımda yokken o sinirle gidip kaplumbağamın yanına bir kaplumbağa daha aldım ve sinirle yürürken kendi bağcıklarıma takılıp düştüm. Daha alalı 10 dakika olmadan hayvanı öldürdüm sanıp oturup ağladım,bir ara baktığımda turistler fotoğrafımı çekiyordu,İstanbulu anlatan seyahat dergilerinde fotoğrafımın altına,Türkiyede insanlar ağlıyor ve hepsi kaplumbağa düşmanı başlığı atıp yayınlarlarsa hiç şaşırmam.
Şimdi attığım başlıkla anlattıklarım arasındaki ilişkiyi hala çözemediniz dimi :) Biraz sabırlı olun canım :) daha bitmedi ki...
Son trenide kaçırdığım için Esenler otogarına gitmek için Eminönündeki duraklarda otobüs beklemeye başladım.Burası İstanbul trafik malum,oturduğum yerden saydığım 20. Cevatpaşa otobüsünüde uğurladığım halde hala Esenler otobüsü yok piyasada.Bu arada durakta yalnızda değilim,herkes aynı otobüsü bekliyor.Gelip gelmeyeceği üstüne yorumlar havada uçuşuyor. İşte tam bu anda sevimli bir çiftle tanıştım. Ufak bir sohbetin ardından Tekirdağda ikamet ettiklerini ve İstanbulda düzenlenen Bloggerların brunch organizasyonu için geldiklerini söylediler,yoğun ve yorgun bir gün geçirmişler. Onlarda evlerine dönmek için Esenlere geçecekler. Ayak üstü sohbet,birkaç ufak kahkaha eşliğinde biraz daha bekledikten sonra nihayetinde otobüsümüz geldi ve evlerimize doğru yollarımızı ayırdık. Ece hanımla sohbet ederken,bloglarlardan,yazmaktan,yazamamaktan,yazar olmaktan yada olamamaktan bahsettik. Bence sende bir blog açmalısın dedi. İyi tamam açalımda ne yazacağız mevzu burda...Hadi yazdık kim anlayacak ,anlaşılamamak benim tek derdim.Yazdıklarımı basite indirgediğimde benim canım sıkılıyor,indirgemediğimde okuyan anlamıyor.
Offf pufff yanii..... Birde Nisya var. Aslen Ayşin,ama nedense Nisya demek hoşuma gidiyor :D Hatta ona İngiltereden geldiğinde bile ismiyle hitap etmeyeceğim. Nisya İngilterede öğrenimini yapan,bilgiye,öğrenmeye aç,gezmeyi seven,etrafına baktığında kimsenin göremediği ayrıntıları görebilecek kapasitede hayat dolu bir genç... Tesadüf eseri gezilerle ilgili paylaşımların yapıldığı bir sitede biraz diyalogumuz oldu,şahsen benim kanımı kaynattı,geldiğinde onunla tanışmak için can atıyorum. Nisyanında günlük hayatını ve gezilerini paylaştığı güzel bir blogu var.Anlatım tarzı hoş,bazen sade,bazen gündelik,bazense insanı düşünmeye zorlayan seçkin cümlelerle beziyor blogunu.( http://istasyonsakinleri.blogspot.com/ )Biraz Ece hanımın birazda Nisya'nın eee hadi yazsanalarıyla attık bir adım anlayacağınız....Attık atmasınada sonumuz ne olur bilinmez... Birazda kendime aslında başlıkta ki soru ...
Yazarmısın(ız) ? Yazamaz mısın(ız)?
Sevgiyle kalın.....