22 Nisan 2010 Perşembe

Ya yakalarsa! :)

Benim disciye gitmem lazimdi ne isim var Istanbulda:) Peki itiraf ediyorum disciden korkuyorum ve ne kadar uzaga kacarsam o kadar guvendeyim:) Mobil internet olayini seven F and D'nin F'si.Dis sagliginiza dikkat edin. Sevgiyle kalin.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Hoş geldin...


Hoş geldin!

Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun...

Hoş geldin!

Ayrılık uzun sürdü.

Özle...dik. Gözledik... Hoş geldin!

Biz bıraktığın gibiyiz.

Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta...

Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin.

Dinleyip diyecek çok.

Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM.....


NAZIM HİKMET


P.S: Hoşgeldin demeyi özledim...

18 Nisan 2010 Pazar

Kesitler
























2. Gün Buluşma Ankara

Bu ne üşengeçlik değilmi,döneli bir hafta oldu ama birkaç satırdan öte birşey yazamadım,yol yorgunluğu ve nerdeyse bir aydır üstümden atamadığım gripin tekerrürü,misafirler derken, internete girsem bile bir türlü bloga girip yazamadım...Birkaç gündürde S. ve Ö çiftinin 16 yıl sonra kavuşacakları bebeklerinin telaşına düştüm...Daha çok S ile ilgilenmekten kendime zaman ayıramadım :) Evet ne güzel değil mi tam 16 yıl sonra bir bebek haberiyle kurulu olan aileleri neşelenecek... Minnacık bir bebek,bir umut ve biten bir hasret... Daha 6 haftalık minik bebeğimize şimdiden isim bulma çalışmaları başladı... Tabi olaya el koydum... Kim bir isim söyleyecek olsa ,tepesinde bitiyorum :D Bu kadar yıl sonra doğan bebeklerde kullanılan o demogojik isimlerden koymayın diye bas bas bağırıyorum.. İlknur,Songül,Umut,Hasret, Özlem :D

Neyse biz gezimize kaldığımız yerden anlatmaya başlayalım... Malum gideceğimiz gezimizde offroad olayıda olduğu ve ben genelde yolculuğa çıkarken ,kendi sakarlığımı bildiğimden dolayı hep yedek kıyafetle çıkarım yola günü birlikte olsa...Trene 1 saatten fazla bir zaman kala ,Kadıköy sahilindeki cafelerden birine yerleşmiş, hem yemeğimi yiyeyim hem vakit öldüreyim diye otururken ,daha yolun başındayken tek kıyafetle ortada kalakaldım... Cafenin etrafına dizili şimşir ağaçlarının arasından zatı muhterem dilenci kardeşlerimizden biri aniden kafasını çıkartında elimdeki kolanın uçuşa geçmesine engel olamadım maalesef.. Kızsammı ağlasam mı birdurumla kala kalakaldım.. Karşıdan Haydarpaşa bana bakıyor, ben dilenci kardeşimize ve kıyafetlerime... Boydan boya sapsarı ve yapış yapış olarak ,üstümü değiştirmek için gar yolunu tuttum haliyle... Kendimi okul kıyafetleriyle ,okuldan kaçıp çantasından kıyafeti çıkarıp,cafe tuvaletinde üstünü değiştiren liseliler gibi hissettim.. Ama yinede gar tuvaletinde hem üstümü değiştirdim hemde utanmadım çamaşır yıkadım :D
Tren saatine 15 dk kala ise, simitçinin bu trende yemekli vagon yok nidalarıyla kendime geldim. Nasıl yani yemekli vago
n yok, bu 10 saat su yok,çay,kahve yok demek... Nasıl yani.... Apar topar büfelerden ihtiyacım olanları alıp trene bindim... Bir yandan hala kendime söyleniyordum.
18:35 te tıngır mıngır başladı yolculuğum... Evet bir gecede t
am 6 şehrin ışıklarını gülümseyecektim...6 şehirde uyuyan,uyanık,üzgün,sevinçli hikayelerin yaşandığı evlerin yanlarından sessizce gececektim...

Saat 04:30 itibariyle Ankara tren garına indim,sigaram,suyum bitmişti. Bekleme salonun bir kenarında 6:00 da açılması beklenen büfe ve bilet gişesinin açılmasını,uyuyan insanlara bakıp esneye esneye geçirdim... Yol boyunca toplasan bir saat gözlerim kapanmıştı,ve benim otobüste ve trende uyuyamama gibi bir sorunum var...
Zaman ilerledi ve ben dönüş biletimide ayarladıktan sonra gün ağarmayada başlayınca ayaklarım beni yavaş yavaş,Sıhhıye Kızılay tarafına sürükledi... 10:30daki buluşma saatine kadar epey zamanım vardı ve acil kahveye ihtiyacım vardı...Bundan sonrasını fotoğraflarla anlatacağım...Buluşma anı,konvoy,miniklerimizin kamp alanına gelişi,sevinçleri,off road oyunları ve miniklerimiz gittikten sonra yapılan ateş başı muhabbeti... Geridönüş yolunu yazmama gerek yok sanırım,o kadar uykusuzluk ve ateş başında muhtemel alınmasını ihmal etmediğim bir iki bira sonucu gözümü direk İstanbulda açtım :) Yoruldum,yorulduk, ama çok çok önemli bir adım attık miniklerimiz için.Tüm yorgunluklara değdi onlarla oynayıp vakit geçirmek...
Sevgiyle kalın... F and D'nin F'si...





13 Nisan 2010 Salı

1.gün (Yol arkadaşım ve Aksilikler Zinciri Tekirdağ- İstanbul)

Hangi cümleyle başlayıp şu son 2 günümün hikayesini anlatabilirim diye düşünürken kendimi efsanevi Heredot Cevdet gibi hissettim,malum kahvedeyiz ve anlatılması gereken bir hikaye var :)
Hadi bakalım öyle ise toplanın etrafıma dolsun çaylar,kahveler başlayalım...
1.gün (Yol arkadaşım ve Aksilikler Zinciri Tekirdağ- İstanbul)
Cuma günü yarı uykusuz,heyecanlı,diş ağrılı bir gece geçirdikten sonra ,cumartesi sabahı sürekli çaldığı halde ertelediğim alarm sesinin, ısrarlarına dayanamayıp 9'da uyandım,apar topar saat 10:00 daki yolculuğumun başladığı ilk trenime yetişmek için evden ayrılırken ilk aksiliğimi yaşamayıda ihmal etmedim tabiki.Küçük sırt çantama kendi kapasitesinden fazla eşya doldurmaya kalktığım için önce fermuarı sonrada bel bağlacı elimde kaldı . Dönüp çanta değiştirecek vaktim olmadığı için yolda ufak bi tadilatla olayı hallettim ve vaktinden önce gara yetiştim. Bilet bilgilerimi teyit ettirirken,yolun geri kalanında kullanacağım tren hakkındada bilgiler aldım,hani burda TCDD gibi devlet bünyesinde çalışan özelleştirilmemiş,ve büyük bir kurumuda eleştirmek gibi olacak ama,yapılacak işlem çok basit. SADECE VE SADECE WEB TASARIMCINIZA,MATBAANIZA VE GİŞE MEMURLARINIZA AYNI TREN SAATİNİ VERMEK,DÜZENLEMELERİNİZDEN HABERDAR ETMEK...Kullanacağım trenin web sitesinde kalkış saati gece 22:55,elimde yeni basılmış saatlerin olduğu rehberde 20:20 ama bilet üzerinde ve gişelerde 18:35... Bileti aldıktan sonra kafam öyle karıştıki,yapılacak tek şeyin mümkün olduğunca erken gidip çaresiz beklemeye başlamak gibi gözüktü gözüme...
Gardaki memurunda yardımlarıyla aslolan saati öğrendimde içim rahat bir şekilde binebildim trene...Binmeden önce gişe görevlisi ile yaptığımız sohbettede epey gözüm korktu başta,Ankara kadar tren hattının elektrikle çalıştığını,Ankaradan sonra normal hatta geçildiğini ,elektrikli sistemin olmadığını sohbetin sonunda söyledi:) Sohbetin başında ise ''Allah sabır versin çekilecek yol değil ,ben en son gittiğimde 20 saat dediler,25 saatte vardıkla'' başladı cümlesineki, ben eyvah ne yaparım,buluşma saatinede yetişemem,bileti diğer ekspreslerle değiştirsemmi ki yoksa vazgeçsemmi,nasılolur nasıl ederimin derdine düşmüştüm bile...Taki görevlinin Tatvandan bahsettiğini anlayana kadar :)
Yaklaşık 3 saatte ,yarı uyuyarak yarı etrafa bakınarak İstanbula vardım,trende birkaç gün önce okumaya başladığım,kendime yol arkadaşı edeceğim Irene Nemirovsky'ın Fransız Süiti adlı kitabıda çantadan çıkmayınca uyumak zorunda olmaktan başka bir şeyde gelmedi açıkcası elimden :)
Böylelikle İstanbul'a iner inmez 18:30daki tren saatime kadar vaktimi nasıl değerlendireceğimde belirlenmiş oldu,Sirkecide kitapcılar dolaşılacak yeni bir yol arkadaşı aranacaktı :) Tabi dahada iyisi oldu,Sirkeci civarındaki kitapcılar kesmeyince bünyeyi,yaptığım kısa Kapalı çarşı turu sırasında ,o sokak senin bu sokak benim gezerken Sahaflar Çarşısının büyülü kapısında buldum kendimi...(Sahafların,2. el kitap satan kitapçıların yeri hep özeldir bende,tabi o başka bir konu...Lafımız uzamasın :) )
Kendime yeni bir yol bir arkadaşı seçtim,seçerkende epey zorlandım açıkcası,başka bir zaman diğer arkadaşlarıda kitaplığıma katmak için ,koca bir günümü Sahaflar Çarşısına ayırmak farz oldu :)
Yol arkadaşım epey yıllanmış,anlatacaklarını dinlemek için tren saatine kadar beklemek zorundaydım.. (Stephen King-Kujo (1982-1. Baskı) Çantamdaki en güzel yere yerleştirdikten sonra,Sirkecide bir arkadaşın çayını içtim,Eminönünde gazetecilere ve turistlere güvercinlerle oynayarak poz veren bir miniğin şirinliklerini seyrettim ve yavaş yavaş Kadıköy vapuruna binmek için iskeleye geçtim...Vapurdada sevgilisinin duyarsızlığına kızan liseli bir kızı teselli etmek,'' Burası çok büyük,çok yürüdük bir daha İstanbula gelmeyelim ablamı ziyarete'' diyen ufak bir kızın serzenişlerine,''gezmekten anladığın sadece alışveriş merkezine gidip,hamburger yemek dimi senin,bu kız nasıl yetişiyor böyle anne'' diyen ablasıyla kafa kafaya verip ani gelişen bir sohbetle yeni jenerasyonu eleştirmek düştü payıma...

Devamı yorgunluğumu tamamen üstümden attığımda :)
F and D'nin F'si....
Sevgiyle Kalın...

4 Nisan 2010 Pazar

Eyvah Babam!!

Malumunuz son yasadan sonra cafe,restorant ,lokanta ,kahve bilumum tüm kapalı mekanlarda sigara yasağı var ama alıştık. Yasağın olmadığı tek alan bizim kahveydi,kendi alanım kendi evim,ah sınırsız özgürlüğümü yaşadığım 65 metrekarelik bu daracık alandıki 2 gündür burdada yasak var. Dün sabah itibariyle babam ziyaretime geldi ben 1 gün kalır gider filan diye hesap ederken bizimkisi kalmaya niyetli anlaşılan... Eee gitde denmiyorki... 2 gündür evin içinde köşe kapmaca oynuyoruz sigara içebilmek için. Zaten 1+1 ev nereye gitsem ensemde,balkona çıkayım diyorum tüm odalardan gözüküyor,tamam şimdi uyudu diyorum salona kaçıyorum ardımdan geliyor,odaya giriyorum peşimde. Apartmanda kapıcı var çöpleri o topluyor ama ben günde 5 kez çöp atmaya gidiyorum... Ah krizlerdeyim :) Manalık bıraksammı ki diye düşünmeye başladım ama bırakmakta istemiyorumki...
Tek yönden iyi oldu bu ziyaret istesemde istemesemde kendimi toparladım ve erken çıktım bunalım hallerimden... Hafta içi yapmayı düşündüğüm planı olur ya aksilik çıkar zamanında dönemem diye erteledim. Şu an önceliğim babamı göndermek :)
10-11 Nisanda Ankara Güvenç Köyünde İlgi derneği ve Gezenbilircilerin Otistik çocuklar için ortak olarak yürüttükleri bir sosyal sorumluluk projesi var. Eğer babam hafta içi gitmiş olursa tren bileti ayarlayıp bende gidip destek vermek istiyorum. Şu aralar fazla boş ve boşlukta kaldım. Bir an önce bir yerlerden başlasam iyi olacak...

Tüm pazarı evde köşe bucak kaçarak ve temizlikle geçirmiş F and D :)
Sevgiyle kalın...

http://www.ilgider.org/

http://www.gezenbilir.com/index.php?topic=53161.0;topicseen

2 Nisan 2010 Cuma

Eksik Harfim


Soldan sağa ; 5 harf yada 6 harfli,bir kelime yada cümle,bir dize yada kıta, belki paragraf... Eylemin gitmek yada kalmaksa, bu bulmacanın sonunda büyük ödül, bir boşluk...
Kim şimdi giden ,kalan hangimiziz?Boşluk bu şehrin hangi ucunda? Soldan sağa ; Hayati organlarımızdan biri,4 harf.
Cevap : Boşluk
- Olurmu 4 harf diyor ,hem hayati bir organmış.
-Sızı o zaman... Çünkü tüm organlarımı besliyor,bak az önce gözlerimi ağlattı,ondan öncede ellerim titredi anılarımı toplarken... Dün kalbimin olduğu yerde,şimdi ki o koca boşluğun tam üstünde. Sızı o zaman...
Tüm sorularını çözemiyorum bulmacamın,harflerim eksik kalıyor. Dilime vuranları kalemim toplamazsa,eksik harflerimi aramaya çıkmazsam ve hep cevaplanması gereken yeni sorular türetmezse,tökezlesemde,düşsemde yeniden ayaklanmak için emeklemezsem,soldan sağa birinci soruda geçer sanırım ömrüm..
Sen benim eksik harfimdin.Bulmacamın tam orta yeriydin.Şimdiki boşluğun ortasındaki sızının yerindeydin.Sen gittin,ben gittim...Biz gittik,biz bittik... Sızı kaldı... Hemde boşluğun tam ortasında...
Yap boz değildiki bu,bir parça kaybolunca hükmü kalmasın.Bulmacaydı. Her sorunun bir cevabı vardı ve eksik harflerimizi birlikte bulacaktık,oyunun kuralı buydu.
Rakip değildik ,aynı takımın oyuncularıydık,ama sen bize faul yaptın... Ben düştüm dizlerimi kanattım,ağlamadım çünkü serde aşk vardı...Dizlerimdeki yaralara hep yenileri eklendi,lanet olsun kendi hayatımın hakemi bendim ve sen kırmızı kartlıktın. Ama serde aşk vardı...
Şike vardı bu oyunda,herkes gördü,ama gel görki hakem aşk gözlükleriyle çıkmıştı işte sahaya,taraf tutuyordu. 90 dakikalık değildik ki,şimdiki boşluğun ortasındaki sızımın olduğu yerde,o ritmik atışlar olduğu sürece sürerdi bu oyun.
Bulmacaydı altı üstü, bir oyundu işte.Aynı hayat gibi.. Ne yazık,sen gittin bulmacam çözümsüz, alfabem 28 kaldı..

Yağmurun elleri

Bugün yıllar önce yitirdiğim ama benden hiç gitmeyen,yıllar önce ondan gittiğim ama beni hep yanında bilen eski bir dostla konuştuk bir kaç satır...Birbirimize yazdığımız sayfalarca mektuplardan,yapılan fedakarlıklardan,dinlenen şarkılardan,özlemden,biraz keşkelerden bahsettik üstü kapalı... Biliyorduk daha derinlere inersek,ikimizinde canı yanacak...Bir keşke daha bırakacak dudağımıza sohbet... Yeni Türkünün bir şarkısı var hepiniz bilirsiniz '' Yağmurun Elleri''... Bana söylerdi yıllar önce... Kızının adını Yağmur koymuş. ''Adına neden Yağmur koyduğumu bilecek tek insan sensin'' dedi,''yıllar sonra karşıma çıkınca hiç ayrılmamışcasına konuşacağım tek insanda sensin ''dedi... Öyle bir geçmiş hüznü sardıki üstümü... Zaten günlerdir bocalıyorum,boşluklarımla,yok saymalarımla,bir an üzülüp sonra amaannnn boşver diye kendimi kandırmaktayım...Daha öncede bir çok eski arkadaşımla malum sitede görüştüm ama,çoğuyla konuşacak tek satır bulamadım çoğu zaman.Herkesin yaşayışı,yaşadıkları,üzüntüleri sevinçleri farklı paylaşılacak hiçbirşey kalmamış zamanında yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyenlerle...Ama kanka ah sen öylemisin...Keşke bulmasaydım seni. Yine ayrılık gelecek biliyorum,yine uzak düşeceğiz birbirimizden. Hep öyle oluyor çünkü,zamanlar mekanlar insanlar (ve çoğu zaman ben)hep uzak ediyor bizi...Beni bilirsin gitmem lazım dediğimde giderim...Ve her gittiğimde olduğu gibi seni ardımda bırakırım yine... Ve korkarım gitmelerim geldi yine.. Korkum seni kırmak değil,her geldiğimde sararsın beni bilirim,korkum Yağmurun ellerini hiç görememek...Canım yanıyo kanka,her zerrem ayrı bir hesap peşine düşmüş,yorgunluk değil üstümdeki ama her zerrem ayrı sızlıyor...Sen yoktun,ben aşık oldum,sen yoktun ben aşk oldum...Herşeyim,herkesim dedim,canım bitanem değil hep aşk diye seslendim...Aşk olduk,aşık olduk,adımıza aşk koyduk...Ah deli tarafım tuttu kanka,yollara düştüm,haykırdım,koştum,sevdim,güldüm,ağladım,sustum,kıskandım,kabullendim,aynı gün hem ölümü hem mucizeyi tattım... Sonra kaybettim kanka...Bu deli kız yıllar sonra kırdı kalbinin zincirini ama yine beceremedi.Ahh durasım yok bu lanet şehirde,ama gidemiyorumda gidesim geldi...Yıllar sonra biri daha satırlar götüyor benden kanka,kelimelerimi tüketiyor.Eskiden yazdıklarımın hepsi ne kadar masumdu,şimdi edebi küfürler yazıyorum...Bazen yazdıklarımı ben bile anlamıyorum...Zihnimin bana oynadığı oyunda mağlup oluyorum.


Gözlerin,deniz gökyüzü kaybolmadım daha üçünüzün arasında. Gidemedik buralardan ardımızdakini düşünmeden. Daha olta tutmayı bilmiyorum..Öğretmedin.. Ben sensiz sularda nasıl balık tutarım. Gitme aşk,daha yarımız ,hala kırığız hayata... 19.02.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


Bulutların arkasına saklanan gökkuşağının açmasını sağlamıştın,şimdi yeniden korkmasını sağladın. Geri dönüyorum bulutlarıma. Açmayacağım bir daha. 24.02.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


Hiç özlemedik... Hiç sevmedik... Hiç yaşanmadık biz. Tanımıyoruz birbirimizi. Sen yoksun... Bir yerlerde varsın belki ama ben tanımıyorum seni. Hayalsin...Tamamen beynimde yarattım seni. Beynimde yaşadım tüm bunları. Şimdi seni,bu hayali yoketmeye çalışıyorum. Yoksun sen diyorum. Ondan geriye sayıyorum,gitmiyorsun,yoksun sen... Yok... Tanımıyorum seni... Hiç olmadın sen... Yaşamadık biz,sevmedik,gülmedik....14.03.2009 ( uzun bir yazıdan alıntı)


1 yıl geçmiş üzerinden bu satırları yazalı, ne garip ufak 20 günlük bir ayrılığın sonunda dökülmüş bu satırlar...Oysa şimdi tamamen bitmiş bir aşk var elimde... Ağlamıyorum,gülmüyorum,konuşmuyorum... Bağışıklık kazanmakmı bu... Yoksa uğruna kelimeler döküp,onsuz olan yeni anılar vermemek için kendime,beynimle,bedenimle,gözlerimle,kalbimle savaşa giren ruhumun stratejisimi...Ah nasıl kazanacaksın ruhum sen bu savaşı... Gözlerin ağla diyor,kalbin sızlamak istiyor,beyninin her kıvrımı isyanda aklını oynatıyor... Sense inadına hiçbirşey yokmuş gibi davranıyorsun...Birşey yokmu gerçekten,bir kalanın,bir gidenin varya...Gitmeyi bile paylaşamadınız ya.


Sende farkettin mi?Biz aslında hiç biz olmamışız,iki kişilik yalnızlığımıza 1. çoğul şahıs görüntüsü yüklemiş,tekil hayatımızın rolünü sürdürmüşüz.Biz iki tekil birleşip,bir biz edememişiz.Yarı zamanlı bir aşkmıştı yaşanan,Yarı zamanlı yokluklarda özlemekmişti.Seni değil bizi çoğu zaman...Ben hep özledim sende farkettin mi?Peki sen ne zaman vazgeçtin özlemekten,ben bizim için bize sahip çıkmaya çalışırken, sen özlemekten ne zaman vazgeçtin. Ne zaman bıraktın beni özlemeyi ?Sevmek başka bir şey anlıyormusun,alışınca insan cebine koyduğunu taş parçasını bile severmiş,olmayınca eksikliğini hissedermiş, cebinde benim gibi kaç taş vardı?Hangi yol kenarına attın beni ve ne zaman vazgeçtin sevmekten? Alışkanlığınmıydım , aşkın mı?Ne zaman vazgeçtin benden ? Hissetmedin mi eksikliğimi(zi)? 03.02.2010


Yollara düşmeliyim ben,bilmediğim bir şehirde karşılamalıyım sabahı,üstümde taşısamda her gittiğim yere gitmeliyim burdan. Uzaklaşmalıyım.Ah kanka yok saydıklarımı hatırlattın,içimi yaktın... Ah baba nerden çıktı bu ziyaret elimi kolumu bağladın. Ah AŞK sen acısıyla tatlısıyla ilk günden bugüne bana yaşadığımı hatırlattın...

http://izlea.com/338992#