31 Mart 2010 Çarşamba

Göl Manzara




Gülümse...




Sevgiyle kalın... Gülümseyin.. Gülümsetin...

30 Mart 2010 Salı

Ruhumu esir verdim hüzünlere...

Öyle canım sıkkındı,hemde saçma sapan olaylar dizisi yüzünden... Oysa bugün böyle olmamalıydı. Oysa bugün güneş ne güzeldi,ve ben nasılda güzel uyanmıştım sabah umutlu bir güne.. Tek sıkıntım su işi için devlet dairesine gitmek olmalıydı bugün...
Bugün öğleden sonra gidip hallettim ,bir sabahı uyandığım anı güzeldi çünkü günün,çıkmak istemedim sabah evden...
Dün gece cep telefonuma operatörümden anlamsız bir mesaj geldi...İnteraktif şifreniz 5 kez ardarda yalnış girildiği için bloke olmuştur. Bilmem kaç bilmem kaça mesaj gönderip yeni şifre talep ederek blokenizi kaldırım...
İyide ben internette değilim,kim nasıl,neden,niçin benim şifremi girmeye çalışır vede bloke eder.. Aklıma tek bir kişi geldi tabi,hemen telefona sarılıp aradım açmadı... Sabah daha uyanıp kahvemi yeni içmişken,nasıl umutlu,nasıl mutluyken mesaj attı neden aradığıma dair. Biraz zaman geçtikten sonra o telefonuy açıp Alo der demez gelen mesajı okudum. Şaşırdı ,anlamını sordum,ben değilim dedi.. Yeminler etti,umrundada değilmiş zaten,neden böyle birşey yapsınkiymişki... Ah Allahım o kadar metalikti ki sesi. Bunu nasıl başarıyor anlam veremiyorum. Düşünüyorum,düşünüyorum ondan başkasıda gelmiyorki aklıma,zaten numaramı bilen sayılı insan var,hangisi neden benim interaktif şifremle hesabıma girmek istesinki. Ulan seninle ayrılma bahanemiz bu şifre değilmiydi.Senden başka kim neden o lanet hesaba girmek istesin ki. Kafam karıştı,sesini duydum tuhaf oldum. Sesim titremesin diye kendimi zorlarken,özlemimi anlamasın diye uğraşırken suçladım onu.İnanmıyorum dedim. Diğer hesaplarımın şifrelerini bile değiştirmişimdir belki ama o hiç denememiş bile,umrundada değilmiş zaten,neden bakacakmış ki benim hesaplarıma,kimmişim ben. Bir sürü bahane saydı,tek bir noktayı atlıyorsun dedim. Ne diye sordu cevap veremedim. Boşver önemli değil kendine iyi bak dedim kapattım... Söyleyemedim biz Aşktık ve sevmiştik diye...Söyleyemedim sevmiştim atladığın lanet nokta bu diye...
Offf neyse,daha fazla günümü bu mevzuyla heder etmeyeceğim. Su işi halloldu ya bugünlük problem yok,Gerçi yaklaşık 3 saatime maloldu sadece bir sicil numarası ama bir sürü aksilikler zinciri ile beraber. Bu arada hafta sonu babam geliyormuş,daha birkaç hafta önce vazgeçirmiştim ama kafayı taktı sanırım.Fazla kalacağını sanmıyorum yatacak yerim yok zaten :) Ama gelmesi bile gerilmeme yetiyor. Bu niye öyle,öteki niye böyle. Telefon çalsa,kimdi arayan,kimle mesajlaşıyorsun :D Geriliyorum adamın yanında ya,birde alıştım kendi ayak sesime evde başka birileri oldumu rahat edemiyorum. Hem nede olsa çok mücadele ettim o ayak sesine kavuşmak için :D birileri geldimi sanki bu hakkıma tecavüz ediyor gibi geliyor,ulan birşey değil kurtaranda olmuyor :D
Gidip biraz yürüyeceğim,belki göle giderim.Harika bir güneş var,güzel birkaç kare yakalayabilirim...

müzik - yonca lodi-emanet | izlesene.com


Sevgiyle kalın....

Döner Sandalye

Resmi dairelerden nefret ettiğimi söylemiştim değil mi? Nefret ettiğim kadarda varlar ama.Hani tamam istediğim meslekte çalışmıyorum hatta şuan çalışmıyorum bile,ne yaptığımı sormayın bile kendimi arıyorum... Bu yaştan sonra bulsam tutup alnından öpücem kendimin ama... Tüm gün boyunca binlerce kez aynı cümleyi kurdum aklımda,iyiki masa başı bir işte çalışmıyorum. Bana göre olmadığını anlayalı seneler oldu ama ,her devlet dairesine girdiğimde terler dökmemin sebebide bu sanırım. Çalışanlara bahane bulmuyorum,hani sinirlidirler,aksilikleri üstündedir,insanlarla uğraşmaktan bıkmışlardır vs.vs beni asıl boğan küçücük bir sandalyede sabah 8 akşam 5 çalışmak sanırım.Ya klimalar çalışmazsa,ya yan masadaki arkadaşın haftada bir yıkanan biriyse,şefin çekilmez evde kuramadığı otoriteyi iş yerinde rütbesine dayanarak kuruyorsa :S ıyyyyyyy... Belki şu bilgisayar başında kullandığımız dönen sandalyeler sorunumu çözebilirdi :D yan masadaki arkadaşımımı sevmedim döndür sandalyeyi :D canınmı sıkıldıııııı haha deli derlerdi sanırım oturduğu sandalyeye salıncak muamelesi yapan bir kurum çalışanına :D hani çocukken yapardık ya biz yada arkadaşımız salıncağa oturur zinciri döndürebildiğimiz kadar döndürüp serbest bırakırdık woooowww :D gerçi her yapışım sonunda sağımda solumda sayamayacağım kadar çok dikiş sahibi oldum ama ... Bunu sıkıcı bir devlet kurumunda uygulamak hoş olabilirdi. Sonrasında geçer kenara insanların deli bakışlarını izler keyiflenirdim :D Gerçi bendeki şanssızlıkla yine ya birkaç dikiş sahibi olurdum yada ufak bir uçuşla sevmediğim birinin kucağında bulurdum kendimi ya...
Ayyy neyse,nerden nereye geldi konu... Sabahın köründe kalkıp önce bankaya sonra abonelik evraklarını alıp belediyeye gittim. Evin tapusu lazımmış,aklımdaydı nasıl atladım onuda bilmiyorum ya.Ev sahibimemi arayıp tapuyu fakslaması için numara verdim,ama ofisi dışında olduğu için birkaç saat sonra yollayabileceğini ,beni arayacağını söyledi . Devamını söylememe gerek var mı hala aramasını bekliyorum... Anlayacağınız sevmediğim mekana yarın ufak bir yolculuk daha yapacağım.Oysa yarın için planlarım vardı,birşey değil bugünümüde yedi... Offf off...
Bu arada biraz merak edin aklımdan geçenleri,birkaç güne kalmaz öğreneceksiniz :D Yok yok ısrar etmeyin tüyoda vermeyeceğim... Karşınızda bir bela mıktanısı,öğretmenlerin şanssız sözcüğünü cümle içinde kullanırken örnek verebileceği biri var :) Söyleyipde yapamazsam ağlarım sonra :D
29.03.2010


Sevgiyle kalın....

Ps:Birisi bana bu blog saatini ve gününü nasıl düzenleyeceğimi söyleyebilir mi :D

29 Mart 2010 Pazartesi

Bugün kapatmıyorum kahveyi... Bakın saat kaç olmuş (00:14)gece yarısını gösteriyor yine,dengemin bozulması saatlerin 1 saat geri alınmasından değil biliyorum,amacım 3-5 kuruş fazla kazanmakta değil kahveyi açık tutup :) güldüğümede bakmayın,atamadım garipliğimi üstümden...
Bugün sabaha kadar açığız belli,hem de günün başından... Ocak orda,mekan sizin canınız ne isterse doldurun için,masa altı alkolde serbest bu gece...Bana ilişmeyin...
Neyim var bilmiyorum,düşüncelerimi toparlayamıyorum,dağınıklığımı toparlayamadığım gibi... Heryer heryerde evde,kıyafetler sağa sola saçılmış,bulaşıklar tezgahta...Sabah ki havaya tezat yağmur yağıyor üstelik,camlarda mahvolacak pufff... (pek bir ev hanımı gördüm kendimi :S )
Ah annemmm ,olacaktı ki ben kaçarken arkamdan uçan terliğin sesiyle ,hızlı hızlı nefes alıp verirken çıkardığım hırıltılar birbirine karışacaktı ,o söylenirken bu mutfağın hali ne diye...
Hayır altı üstü 45 kiloluk bir hatun,altı üstü tek kişi nasıl beceriyorum o kadar bulaşık çıkarmayı onuda çözemiyorum ya...Bilgisayar başından kalkıp gidip toparlasam iyi olacak,belki sonra bir kahve yapar katılırım sohbetinize...Yarın erkenden kalkmam gerekiyor,nefret ediyorum resmi dairelerden ama eğer yarın gidip halletmezsem aboneliğimi sanırım bulaşıklarımı yıkayacak suyuda satın almak zorunda kalacağım :) Bu arada bu hafta içi için bir çılgınlığa karar verdim ama ne olduğunu söylemeyeceğim:) Günü geldiğinde görürsünüz... Hadi bakalım ben kaçtım siz rahatınıza bakın .... Sevgiyle kalın....

28 Mart 2010 Pazar

Hem grip hem garibim...

Yaklaşık 1 haftadır evden çıkmadım,bir elimde kağıt peçete kucağımda laptop, tekrar tekrar izlediğim filmlerin en gözden kaçan ayrıntılarına dikkat edecek şekilde pinekliyorum...
Offf bugün pazar ve harika bir hava var... Ama değil evden çıkacak ,üstümdeki battaniyeyi kaldırıp kenara koyacak halim yok... Bu bitik halime katlanamıyorum.. Bütün kışı zinde en ufak bir rahatsızlık geçirmeden geçiren ben,nasıl oluyorda bu gel git havalara yenik düşüyorum.. Şimdiye çoktan iyileşmem lazımdı...Sevmiyorum bu halimi.. Gribim :( ve bir garibim vesselam...

Düzeltesim gelmedi....

Gecenin bir vakti üç beş satır yazıp bloga giriş yapayım dedim :) Sonradan okuduğumda o kadar çok yalnış kelime, noktalama işareti eksikliği,anlatım bozukluğu gördüm ki düzeltesim gelmedi..
Her zaman böyle değilim ama... Hayatta bazı şeyleri düzeltmek gerekiyor geriye bakıp üzülmeden önce... Bazende olduğu gibi bırakmak...Geriye dönüp baktığında hatalarının sana ne yapıp,ne yapmaman gerektiğini göstermesi için... Varsın cümlelerim devrik olsun... Eh buda böyle olsun....

26 Mart 2010 Cuma

YAZAR MISIN(IZ)? YAZAMAZ MISIN(IZ)?




Klasik bir cumartesi sabahı yataktan kalkmış otoban manzaralı evimin balkonunda kahvem eşliğinde sigaramı tüttürüyorum ,üzerimde bir ağırlık ,önümde plansız programsız koca bir hafta sonu. Aman Allah'ım saat daha 7:30 yatağıma dönüp sıcacık uyusam,öğlen saatlerinde kalksam ve aynı sahneyi tekrarlasam ,akşama bir iki dvd günü geçirsem ya . Olur mu illa kaşınıcam.''Kalk kızım kalk.Hava güzel,cebinde üç beş kuruş paran ,al sırt çantanı atla trene.
Biraz İstanbul ol,biraz İstanbul sen olsun. Hem trendede uyursun ''(kendime gaz vermekte üstüme yok bu aralar)
Birkaç telefon görüşmesi,ufaktan hazırlık.
Velhasıl yollardayım tarih 20 Mart.Yanımda yol arkadaşım, biraz sohbet ,biraz uyukluyarak geçiyoruz duraklardan tek tek.Her durakta bir nerdeyiz acaba telaşı,tabela okumaya çalışmalar,teknoloji mucizesi telefonlardan hücre bilgisiyle yön bulma sevinçleri.Aklımda akşama arkadaşlarla İstiklalde içeceğimiz buz gibi biraların hayaliyle alıyoruz soluğu Sirkecide...
Sirkeci Tren garını seviyorum,hani öyle böyle sevmek değil yalnız benimkisi, basbaya hayranım. Eski Türk filmlerinde Haydarpaşanın ihtişamı gösterilir ya hep, her trenden inen şöyle bir merdivenlere ve heybetli duvarlara bakar ya, benim Sirkeciye hayranlığımda böyle. Çocukluktan belkide, izlediğim çok eski bir filmde Avrupaya seyahat eden bir grup gencin trene Sirkeciden bindiğini görmüştüm. O zamanlar aklıma koymuştum ya bir gün o Avrupa trenine bineceğim diye, hooşş o gün bugün hala gerçekleşmedi ya bu hayal. Ne yakın ne uzak...Biraz bürokrasiye takıldı birazda baba faktörüne...
30'uma gelmeden yapabilirsem en azından umutsuz vaka olmaktan çıkacağım:)
Sirkeci tren garından sevdiğim şeylerden biriside kilitli dolaplar(unlocker). Ne güzel rahatlık :) Sırtında ne kadar yükün olursa olsun kilitle dijital ayarlı dolaplara ve sonra ak akabildiğin kadar İstanbul'a :)Eh sözde tüm hafta sonu için plan yaptım ya,akşam İstiklal,sabah Belgradda off road hayalleri. Yanımda epeyde yük var.Neyse yüklerimizi unlockerlara emanet edip çıkıyoruz.Aklımızdaki soru : Sultanahmet'e köfte yemeğemi yoksa Kabataş'a mı :) Bizimkisi daha önceki İstanbul ziyaretlerinden birinde Kabataş İskelesinin yanındaki küçük köftecide köfte yemiş. Nasıl ballandıra ballandıra anlatmalar,günlerce düşmedi dilinden,ayağının altında deniz var zehir yese bal gelecek ama :)Yazı tura atıp sorumuzu çözdük gidip aç karınlarımızı doyurduk Kabataşta.Sonra ufaktan bir Eminönü turu,biraz çay,biraz fotoğraf derken vakit aldı başını yürüdü ayrılık saati geldi. Yol arkadaşımla ayırdık yollarımızı.Vakit geçsin diye dolaşmaya başladım,sözde planlarda arkadaşlarımla akşam 7 civarı buluşacağız Şişliye gececeğim :) Haa böyle anlatıyorumda sora sora Bağdat bulunur :D Fazlada bilmem İstanbul'u :D Arayıp bir teyit alayım ona göre geçerim diye söylenirken ilk etapta ulaşamadım,daha sonra onlar bana ulaştı ve işte herşeyin ters döndüğü an oydu. Planımızın belli olması ve benim geldiğimi bildikleri halde şehir dışına bir iş için gitmişler ve arayıp haber verme zahmetinde bulunmamışlar. Eğer geçtiğimiz günlerde sırtında sırt çantası elindeki poşete bakıp sinir krizi geçiren birini gördüyseniz Eminönünde bilinki o benim.Hiç aklımda yokken o sinirle gidip kaplumbağamın yanına bir kaplumbağa daha aldım ve sinirle yürürken kendi bağcıklarıma takılıp düştüm. Daha alalı 10 dakika olmadan hayvanı öldürdüm sanıp oturup ağladım,bir ara baktığımda turistler fotoğrafımı çekiyordu,İstanbulu anlatan seyahat dergilerinde fotoğrafımın altına,Türkiyede insanlar ağlıyor ve hepsi kaplumbağa düşmanı başlığı atıp yayınlarlarsa hiç şaşırmam.
Şimdi attığım başlıkla anlattıklarım arasındaki ilişkiyi hala çözemediniz dimi :) Biraz sabırlı olun canım :) daha bitmedi ki...
Son trenide kaçırdığım için Esenler otogarına gitmek için Eminönündeki duraklarda otobüs beklemeye başladım.Burası İstanbul trafik malum,oturduğum yerden saydığım 20. Cevatpaşa otobüsünüde uğurladığım halde hala Esenler otobüsü yok piyasada.Bu arada durakta yalnızda değilim,herkes aynı otobüsü bekliyor.Gelip gelmeyeceği üstüne yorumlar havada uçuşuyor. İşte tam bu anda sevimli bir çiftle tanıştım. Ufak bir sohbetin ardından Tekirdağda ikamet ettiklerini ve İstanbulda düzenlenen Bloggerların brunch organizasyonu için geldiklerini söylediler,yoğun ve yorgun bir gün geçirmişler. Onlarda evlerine dönmek için Esenlere geçecekler. Ayak üstü sohbet,birkaç ufak kahkaha eşliğinde biraz daha bekledikten sonra nihayetinde otobüsümüz geldi ve evlerimize doğru yollarımızı ayırdık. Ece hanımla sohbet ederken,bloglarlardan,yazmaktan,yazamamaktan,yazar olmaktan yada olamamaktan bahsettik. Bence sende bir blog açmalısın dedi. İyi tamam açalımda ne yazacağız mevzu burda...Hadi yazdık kim anlayacak ,anlaşılamamak benim tek derdim.Yazdıklarımı basite indirgediğimde benim canım sıkılıyor,indirgemediğimde okuyan anlamıyor.
Offf pufff yanii..... Birde Nisya var. Aslen Ayşin,ama nedense Nisya demek hoşuma gidiyor :D Hatta ona İngiltereden geldiğinde bile ismiyle hitap etmeyeceğim. Nisya İngilterede öğrenimini yapan,bilgiye,öğrenmeye aç,gezmeyi seven,etrafına baktığında kimsenin göremediği ayrıntıları görebilecek kapasitede hayat dolu bir genç... Tesadüf eseri gezilerle ilgili paylaşımların yapıldığı bir sitede biraz diyalogumuz oldu,şahsen benim kanımı kaynattı,geldiğinde onunla tanışmak için can atıyorum. Nisyanında günlük hayatını ve gezilerini paylaştığı güzel bir blogu var.Anlatım tarzı hoş,bazen sade,bazen gündelik,bazense insanı düşünmeye zorlayan seçkin cümlelerle beziyor blogunu.( http://istasyonsakinleri.blogspot.com/ )Biraz Ece hanımın birazda Nisya'nın eee hadi yazsanalarıyla attık bir adım anlayacağınız....Attık atmasınada sonumuz ne olur bilinmez... Birazda kendime aslında başlıkta ki soru ...
Yazarmısın(ız) ? Yazamaz mısın(ız)?
Sevgiyle kalın.....