18 Nisan 2010 Pazar

2. Gün Buluşma Ankara

Bu ne üşengeçlik değilmi,döneli bir hafta oldu ama birkaç satırdan öte birşey yazamadım,yol yorgunluğu ve nerdeyse bir aydır üstümden atamadığım gripin tekerrürü,misafirler derken, internete girsem bile bir türlü bloga girip yazamadım...Birkaç gündürde S. ve Ö çiftinin 16 yıl sonra kavuşacakları bebeklerinin telaşına düştüm...Daha çok S ile ilgilenmekten kendime zaman ayıramadım :) Evet ne güzel değil mi tam 16 yıl sonra bir bebek haberiyle kurulu olan aileleri neşelenecek... Minnacık bir bebek,bir umut ve biten bir hasret... Daha 6 haftalık minik bebeğimize şimdiden isim bulma çalışmaları başladı... Tabi olaya el koydum... Kim bir isim söyleyecek olsa ,tepesinde bitiyorum :D Bu kadar yıl sonra doğan bebeklerde kullanılan o demogojik isimlerden koymayın diye bas bas bağırıyorum.. İlknur,Songül,Umut,Hasret, Özlem :D

Neyse biz gezimize kaldığımız yerden anlatmaya başlayalım... Malum gideceğimiz gezimizde offroad olayıda olduğu ve ben genelde yolculuğa çıkarken ,kendi sakarlığımı bildiğimden dolayı hep yedek kıyafetle çıkarım yola günü birlikte olsa...Trene 1 saatten fazla bir zaman kala ,Kadıköy sahilindeki cafelerden birine yerleşmiş, hem yemeğimi yiyeyim hem vakit öldüreyim diye otururken ,daha yolun başındayken tek kıyafetle ortada kalakaldım... Cafenin etrafına dizili şimşir ağaçlarının arasından zatı muhterem dilenci kardeşlerimizden biri aniden kafasını çıkartında elimdeki kolanın uçuşa geçmesine engel olamadım maalesef.. Kızsammı ağlasam mı birdurumla kala kalakaldım.. Karşıdan Haydarpaşa bana bakıyor, ben dilenci kardeşimize ve kıyafetlerime... Boydan boya sapsarı ve yapış yapış olarak ,üstümü değiştirmek için gar yolunu tuttum haliyle... Kendimi okul kıyafetleriyle ,okuldan kaçıp çantasından kıyafeti çıkarıp,cafe tuvaletinde üstünü değiştiren liseliler gibi hissettim.. Ama yinede gar tuvaletinde hem üstümü değiştirdim hemde utanmadım çamaşır yıkadım :D
Tren saatine 15 dk kala ise, simitçinin bu trende yemekli vagon yok nidalarıyla kendime geldim. Nasıl yani yemekli vago
n yok, bu 10 saat su yok,çay,kahve yok demek... Nasıl yani.... Apar topar büfelerden ihtiyacım olanları alıp trene bindim... Bir yandan hala kendime söyleniyordum.
18:35 te tıngır mıngır başladı yolculuğum... Evet bir gecede t
am 6 şehrin ışıklarını gülümseyecektim...6 şehirde uyuyan,uyanık,üzgün,sevinçli hikayelerin yaşandığı evlerin yanlarından sessizce gececektim...

Saat 04:30 itibariyle Ankara tren garına indim,sigaram,suyum bitmişti. Bekleme salonun bir kenarında 6:00 da açılması beklenen büfe ve bilet gişesinin açılmasını,uyuyan insanlara bakıp esneye esneye geçirdim... Yol boyunca toplasan bir saat gözlerim kapanmıştı,ve benim otobüste ve trende uyuyamama gibi bir sorunum var...
Zaman ilerledi ve ben dönüş biletimide ayarladıktan sonra gün ağarmayada başlayınca ayaklarım beni yavaş yavaş,Sıhhıye Kızılay tarafına sürükledi... 10:30daki buluşma saatine kadar epey zamanım vardı ve acil kahveye ihtiyacım vardı...Bundan sonrasını fotoğraflarla anlatacağım...Buluşma anı,konvoy,miniklerimizin kamp alanına gelişi,sevinçleri,off road oyunları ve miniklerimiz gittikten sonra yapılan ateş başı muhabbeti... Geridönüş yolunu yazmama gerek yok sanırım,o kadar uykusuzluk ve ateş başında muhtemel alınmasını ihmal etmediğim bir iki bira sonucu gözümü direk İstanbulda açtım :) Yoruldum,yorulduk, ama çok çok önemli bir adım attık miniklerimiz için.Tüm yorgunluklara değdi onlarla oynayıp vakit geçirmek...
Sevgiyle kalın... F and D'nin F'si...





1 yorum: